Yanık tenli yağız bir oğlan. Neşeli duruyor belli ki hüznünü öyle resmediyor. İri gözleri var. Kalın kaşları. Mezopotamya'nın derin otobüs kokusunu dağ ekleyelim. Asla şaşmaz bu çünkü. Ne otlu peynir yiyebildim ne de kaçak çaya alışabildim. Oysa birçok şeye alışı veriyor insan... Cenazeye bile 3 gün üzülür olduk. Sonra her şey monotonlaşıyor. Herkes evine çekilince kalan bir sessizlik var. Aslında öyle gürültülü ki. Bilmiyoruz. Keşke o gürültüyü önceden bilebilseydik. Riskten korkar toplumun geneli. Şöyle bir gerçek var ki: Garantide saydığımız şeyler nazarımızda kıymetsiz. Komşudan gelen yemek hep daha lezzetlidir. Bir saniye! ne oldu bizim muavine, dönüyoruz hemen. Uzun yola nasıl dayanıyor canı aceba diye düşündüm. Nadiren kullandığım otobüs yolculuğu bana neredeyse hepsinde zulüm gibi gelmiştir. Ne zor varlıklarız. Hiçbir şey beğenesimiz gelmiyor. İyi olur zahar diyorum içimden. Ee ne de olsa Maraşlıyım. Şivem hiç eksilmedi. Kaç diploma alırsam alayım içimde ruhumda köylü işte. O köylüyü hiç susturamıyorum. İnsanın olduğu her yer zor değil mi? Sevmiyoruz kolaylaştırmayı daima hep daha fazlası. Yapılanlar görevimizmiş gibi geliyor fazla fedakarlıklardan sonra. Bir sır vereyim mi. Ayarımız yok. Ne boş verebiliyoruz ne de sımsıkı tutabiliyoruz. Boş versek belki kazanacağız. Yapamıyoruz. Sevdiği var mıdır diye düşündüm. Varsa da kim bilir nasıl biridir. Klasik bir Güneydoğu kızıdır belki de. Kaderi daima ailesinin dudağı arasında olan. Eskide kaldı bunlar palavra atma diyecek var mı aranızda? Garibansan eskin de yoktur yeninde. Geçenlerde bir şey fark ettim. Köy insanı dışarıdan kim gelse toplanır, sohbet eder, onlara dışarıdan geleni görmek hatır işidir. Ben ne çok alışmışım kendimle kalmaya. En ufak ses bana öyle fazla geliyor ki. "Doğru olan benim." Çok üst perde bir durum değil mi. Kibiri bırakmak lazım. Hayatta bazen herkes kendince haklı olabiliyormuş. Kadınım. Anne değilim. Nasıl bir his bilmem hiç. Galiba anneler, daha doğrusu anne olabilen kadınlar evlatları için yaşıyorlar. Tıpkı benim annem gibi. Dalıp gidiyorum uzun yola. Giderken sevinçle dönerken biraz buruk. Gurbetin acı yüzü. Pencereden vuran güneş, koruyucu kremimi yok etmiş. Nisan ayında bile yakmaya başladı hava. Kumraldan buğdaya dönüyorum. Muavinin abla çay kahve kola demesi ile kendime geliyorum. Su diyorum. Sadece diye yanıt veriyor bana. Evet sadece ılık bir su lütfen. Boğaz ağrım meşhurdur ne yapsam geçmez. Sağ olsun beni terk etmeyen tek şey boğaz ağrım. Düşünüyorum ne olmalı. Onlarca cevap ver zihnimde ve beni boğuyor. Kimisini beğenmiyorum kimisine üzülüyorum kimisi ise işime gelmiyor. Yine de bir cevabı olmalı. Urfa'ya yaklaşıyoruz. Bir araç otobüsün önüne kırıyor. Afallıyoruz başlıyor kavga. Urfa'nın ciğeri mi yoksa kavgası mı derseniz bence kavgası meşhur. Kanı kanla canlı canla temizlemeyi pek severiz. Sormayız hiç dinlemeyiz de. Öfkeyi durdurabilsek. Bazen mümkün yok bunun. Şöyle bir bakıyorum da benim kendime bile minnetim yok. Öfke halinde gözüm neyi görebilir ki. Tutunduğumuz veya tutunduğumuzu sandığımız şeyler...
Al işte bir soru daha sana.
Neden azıcık okumuş olmaya başladığımız an bir şeyleri sorgulamadan devam edemiyoruz hayatımıza. Neyse kavgayı araladılar.
Muavin radyodan güzel bir şarkı hazırlıyor. İçinden geçirmiş de duymuşlar gibi sanki. Ellerini sağa sola çevirerek eşlik ediyor. Bir düşündüğü var muhakkak. Şarkılar bizi düşündürmez mi. Benim favorim şiirler elbette. Ne hissedip de yazıyorlar bilmiyorum. Eğer yazılanların hepsi hissettiği şeyler ise çok üzücü. Ah be muavin üzüldüm sana çok. Yol boyunca sen olarak bakmaya çalıştım hayata. Gözlerindeki çapak duruyor. Uykusuzluk sıkıntılı bir ruh hali. Bunu açlık da ekleyebiliriz. Ben de öyleyimdir açken veya uykusuzken çok huysuz olurum. Sahi kime huysuz olacağım bilmiyorum ama. Olurum işte. Bir şekilde empatiyi öğreneceğiz. Bir de kaçmamayı. Kaçanlar bir kaçarlar iki kaçarlar üçüncüde ortada kalırlar. Neden mi kimse o kadar kovalamak istemez. Haydi bakalım benim diyeceklerim bu kadar. Çocukken oyun bittiğinde ne derdik. Bilir misiniz. Evli evine köylü köyüne... Devamı da vardı ama neyse. Kendinize kendinizi kurtarın. Hiçbir düşkün kadının beyaz atlı prensi yok. Masallarda yaşamıyoruz. Umarım muavinin hayalindeki masal gerçek olur. Uzun uzun yolları çeken ruhu dilediğine kavuşur. Son olarak size Cemal Safi'mizin kaleminden bir kısım eklemek istiyorum:
"Ben senin bağrına rahmet olsam da,
Sen benim dağıma kar olamadın."