Issız, ürkünç ve soğuk bir zeminde hantal gövdemi sürüklerken uyanıyorum.


Vaveyla duruşunu içinde hapis kılan bir semtteyim

Betonu ıssız virana terk edilmiş

Dikenli sokaklardan geçiyorum

Mağrur huysuzluğum aksimde beliriyor 


Namağlup kesilerek itiraz ediyorum güzeştenin yavan cenderesine

Duraklarda gördüğüm baş düşüşlerinde beliriyor gölgem

Selamları ve gülüşleri karşılamada iyi değilim, biliyorsun

Şehrim yıkıntılarla dolu bu derbeder görüntünün kafesinde, sınırlandırılmak istemiyor


Telaşeli iklimlerde peyda olan bir ahmakıslatan gibi ansızın yakalanıyorum

Koşar adım gündelik heveslerin bitirici akşamüstlerinde

Ağır aksak ilerleyen somut edinimler gözlerime bahşetmiyor teneffüs etmek istediğim yaşamı 


Sonra,


Gemici düğümlerinin ruhuma iliklenmeye başladığı bir zaman dilimine bırakılıyorum. Kapıyı araladığımda karşımda istiflenmiş güman dolusu zihin kesiği; vehmime kenetlenmiş vaziyette sıkı sıkıya!


Sahi diyorum, sahi neresinden yaşamaya başlamalı hayatı? 

Adımlarının yansıyan sedasında sendelemeye başlıyorsa insan,

Kesik kesik aldığı soluklarda vuku bulan dehşetli soruların etrafında dönüp duruyorsa, sahiden hangi noktasında hissetmeli yaşadığını?


Ebet yolu ufukta gözükürken zihnim yeni harabenin yamacında karıncaları uyandıran işareti yakıyor.


Ben; azabını kendi çeperinde perçinleyen, odunluğa alelade bırakılmış bir hazab parçası 

Mücerret vaziyetimi yaftalanmış izlerden nasıl arındıracağım?