Apışıp kalmış bir dinginlik hakim içimde. Hep aitlik hissi üzerime yağdığında böyle hissederim sanırdım. Yerini bulmak içindi ya tüm arayışlar, kaçışlar. Ait olduğun yere varınca alacağın o eşsiz nefes, içindeki tüm karmaşayı birden yok edecekti sanki. Oysa kabullenmekmiş dinginliğimin emaresi.

Asla olmaz dediğim, ardından öyle olduğunu iddia ettiğim razı göstermenin işi değilmiş bu. Razı olduğumu zannettiğimde hala süren sitemkarlığımdan anlıyorum ki ne dilime ne amansız beklentilerime gem vuramamışım.

Ne zaman ki bir kıymeti harbiyesi yok bu serencamın dediğim vakit, kabullenmişim meğer her bir şeyi. O dem, idrakında mıydım bu halin hiç bilemiyorum. Fakat sitemlerim, ne beni ne de bir başkasını yorsun istemiyordum. Zaten bitmeyecekse ne gam ne keder, hal çare olmayacaksa ne gerek vardı çırpınışlara? Boşvermişlik değil de elimden kayıp gitmiş hissetmem gerekirken, elimde olmamış ki zaten demek gibi. Aydınlanmak değil de sadece alelade olanı görmek gibi bir şeydi. Sorunu bulamayan çözüme kavuşamaz deyip gerçekleri hep dışarıda aramakmış yaptığım. Meğer asıl yoksun kalınan gerçekler, başkalarından çok insanın kendine aitmiş. İlginçtir ve hep öyle gelecek bu gerçek bana. Belki de budur biz insanoğlunun en büyük çıkmazı. Başka bir şeyi değil de içimizde bize yabancı kalanı bulmaya çalışmışız farkında olmadan. Bulamayınca da çırpınışlarımız ahkam kesmiş cümle aleme. Ne olduğundan bihaberken kavuşmak mümkün olmaz saadete. Gidilecek yol çizilemez ki varılacak diyarı bilmezken. Hem bir yol görünmez önümüzde hem de yürüyoruz bilinmeze, en çok kendimize.