Hiçbir tükenmez senin acını yazmaya yetmez artık. Çünkü bu acı daha şimdiden seni yok ediyor, görüyorum. Ruhunun bir kapağı olsaydı hepsini toplar, ruhuna tüm mühürleri eklerdim. Bense sadece ellerim, gözlerimden akan zehri silmesin diye bir baş parmağımla diğerini ovuşturup duruyorum. Hani küçükken çok fena düşmüştüm. Zayiat; iki kırık, dokuz dikiş. İkinci kırığı hastanede fark etmiştik, ilkinin acısından ona sıra gelmemişti. İşte ben de yine iki kemik kırıldı. Kırığını hissettiren kemiğin kırılmamış olması için ömür boyu ha var ha yok o diğer acıyla yaşayabilirdim. Çünkü ilk kemik benim omurgamdı, senin nefesin. Hayat yine devam edecek, çocuklar düşmeyi hesap etmeden koşup oynayacak, denizler kıyıları dalgalarıyla şaşırtacak, hayat sana git derken sen kalacağım diye inat ederken bir kadın bankta oturup kahkaha atacak, kediler ve köpekler gölgeleri mesken tutacak, martılar sahil boyu bisikletli abilere yoldaş olacak. En ulvi görevleri için trenler raylardan, vapurlar serin sulardan ayrılmayacak. Gece karanlığı ve sessizliği getirecek, gündüzse gerçek bir dost gibi aydınlığı ve neşeyi. Güneş yeniden senin de dostun olacak mı?
Sen yine de asi otlar gibi yok etmekten yapılan her çapayla dövüşüp yeniden toprağında biteceksin yine de gülmenin bir yolunu bulacaksın. Bulacaksın değil mi?