Ve yeni bir gün. Mükemmel adam hâlâ uyuyor. Bu ne canım, her gününü anlatacak mıyız bu adamın? Ah ne sıkıcı. Aman aman sessiz ol sevgili okur, başkarakterimiz şimdi uyanacak. Sakın duymasın isyanımızı. İşte uyandı. (Desenize eziyetimiz başlıyor.)
Mükemmel adam her sabah olduğu gibi bu sabah da uyandı, yatağını muntazam bir biçimde topladı ve kişisel bakımını yapmak üzere banyoya yol aldı. Ardından mükemmel yumurtalı domatesini yaptı. (İçinizden bazıları menemen diye düzelteceği için söylüyorum; menemen değil, mükemmel adamın özel tarifi: yumurtalı domates. Tarifini de vermeyeyim burada. Anladınız siz.) Kahvaltısını etti, etrafı topladı ve siyah masasına oturdu. Dün yarım kalan işini bugün tamamlayacaktı.
Kitap yazmak. "Bu zamana kadar insanlar mükemmel bir kitap çıkaramamış, hayret ediyorum. Bu basit iş bile onları zorlamış, çok yazık." diye söylendi başkarakterimiz. Dünya klasiklerini bile beğenmeyen adamın bizim kitabımızı okuduğunu düşünsene sevgili okur. Parça pinçik eder, ateşlerde yakar, küllerini yerlere savurur. Ama en çok bizim kitabımıza sinirlenir doğruya doğru. "Benim gibi mükemmel bir insanın hikayesini bile nasıl bu kadar bayağı anlattınız? Editörler yazım hatalarını düzeltmese yüzüne bakılmazdı bu romanın!" derdi. Aman aman okumasın. Bakalım kendi ne yazacak çokbilmiş, aman mükemmel başkarakterimiz.
Daha fazla yorumumuzu katmadan mükemmel adamı anlatmaya devam edelim. Ne demiştik, kitabını yazmak için masanın başına oturdu. Kağıtlarını düzeltti, kalemini aldı, masada başka hiçbir şey olmamasına dikkat etti. Başlangıç cümlesi, en can alıcı kısım. Tabii yazacak konu olmayınca sorun daha büyük oluyor. "Böyle olmaz." dedi mükemmel adam. İlham olmadan başlanmaz. Masadan kalktı, hazırlandı ve evden dışarı çıktı.
Parka ilerlemeye başladı, not defterini de yanına almıştı. Bir bankın ortasına oturdu, kimse gelip yanına oturmasın diye bilinçli yapmıştı bunu. Kuş seslerini duydu tüm seslerin içinden, "Baharın geldiğini nasıl da belli ediyorlar." derdik biz olsak. O bir şey demedi. Romantikliğin zerresi yoktu onda, mantık insanıydı. Bir defa daha kendiyle gurur duydu. Keyifli bir şekilde diğer seslere kulak verdi, bir yandan da etrafı inceledi. Cıvıl cıvıl çocuklar ve telaşla peşlerinden koşan annelerini gördü. "Ah ne yaramaz şu çocuklar canım," dedi, yüzünü buruşturdu. Kendi gibi yalnız başına oturan bir adamı gördü karşıda. Ondan yaşlıydı; beyaz saçlı, yüzünde kırışıklıkları bol olan bir adamdı. Belli ki bu yaşına kadar spor yapmaktan, diyetten bihaber yaşamıştı. Yağlarından anlıyordu bunu. "Yazık," dedi. Kendisi ileride asla böyle olmazdı. Tüm mükemmellikten uzak haline karşın yüzünde mükemmel, merhamet dolu bir gülüşü vardı yaşlı adamın. Başkarakterimiz bunu görmedi, prensip olarak sadece hataları görebiliyordu.
Banktan kalkıp ilerlemeye başladı. Sokakta yayaların yürümesi için, bisikletler için ve arabalar için ayrılmış ayrı alanlar vardı. Mükemmel adam yaya yolunda yürürken etrafa bakmamaya çalıştı. Bisiklet yolundan giden, arabalara ayrılan yolda yürüyüp arabalar geldiğinde o yana bu yana kaçışan insanları görmek istemiyordu. Yere bakarak yürürken bir kedi gördü. "Belli, kimse okşamamış başını, zavallı kedi." dedi. Kediyi sevmek için eğildi. Ah ne mükemmel adamdı mükemmel adam! Etraftaki herkes ona gıpta ediyor olmalıydı. Kedinin başını biraz okşadı, kedi bir anda huylandı, kuyruğunu havaya dikti ve bir anda pençesini mükemmel adamın eline geçirdi. Biz olsak çığlık atardık. Mükemmel adam dikkatlice kalktı. "Nankör kedi!" dedi. "Benim için değişen bir şey olmayacak ama senin hayatın zindan olacak bundan sonra. Bana saldırdın ha! Kimse yüzüne bakmaz artık. Nankör, nankör." dedi. Bu konuşmasıyla kediye harika bir ders vermişti. Tabii kedi pek oralı görünmüyordu.
"Hadi insanları geçtim, hayvanları bile tuhaf bu dünyanın." dedi mükemmel adam. Daha yüzüne bakmam bunların. Ne biçim dünya bu? Ne biçim!" diye söylendi evin dış kapısını açmak için anahtar denerken. "İğrenç dünya," dedi. Dünyayı bugün de üzmüştü ama kendi üzülmedi. Dünya bugün tüm hakaretleri hak etmişti.