Dize getiremediği düşünceleri dev bir ağ gibi kafasının içinde yayıldıkça yayılıyordu. Üstündeki gökyüzü karanlık, gün karanlık, övündüğü dağlar kara bulutların esirinde.

Karanlıklar içinde. Karanlık, yalnızlığın alâmeti.


Onun da savaşı Gılgamış gibi artık karanlıkla. Gılgamış’ın aydınlığa ulaşıncaya kadar karanlıkta yürümeye devam etmesi gibi o da aydınlığa ulaşana kadar karanlık düşüncelerinin üzerine gidecekti.  Büyük savaşın küçük adımı. Çevresinde hâlâ hayat belirtileri var. Büyük resme baktığında sessizlikten, kederden, çocuk hıçkırıklarından, yıkım yerlerinden yükselen dumanlardan, acıların yaşandığını ve daha büyük acıların yaşanacağını görebiliyordu. Fakat aydınlığın yolu tam da buradan geçiyordu.

Düşüncelerinin tırmanarak bir doruğa mı yoksa yuvarlanarak bir uçuruma mı varacağını kestiremedi. Otobüsün penceresinin ardında kalan sıralı ağaçlara yaptığı gibi veda etti onlara ve otobüsteki insanlara bakındı. Kiminin kederli ifadesi kiminin muğlak tavırları kiminin de otobüse sığmayıp pencere aralıklarından yollara uzanan düşleri... Farklı dünyalardan birçok insan dört tekerin üstünde tıkılıp kalmıştı. Birkaç dakika sonra arka taraflarda oturan birinin gülüşlerini işitti. Belki bir tebessümle başlayan bu gülüş şimdi bir kahkahaya dönmüştü. Herkes afallamış, kadının neye güldüğünü anlamaya çalışıyordu. Kimisi öfkelenmeye kimisi de sırıtmaya başlamıştı. Az zaman sonra kahkahalar artarak bir tufana dönüşmüştü. Otobüsteki herkes katıla katıla gülmeye başlamıştı, neye güldüklerini bilmeden. Kendi de gülüyordu. Gülmenin bulaşıcı bir eylem olduğunu daha önceleri duyduğunu anımsadı fakat bu yine de ona oldukça ilginç geldi. Şairin Ahmet abisine dediği gibi gülmek, bir halk gülüyorsa gülmek miydi?

Sahi neden gülüyoruz? Mutlu olduğumuzda yahut komik bir şey duyduğumuzda mı? Kimsenin bilmediği yanıtsız bir soru daha çeldi aklını. Sevincin gülüşü, korkunun gülüşü, üzüntünün gülüşü, öfkenin gülüşü, hırsın gülüşü... Hepsi dalgalanıyordu şimdi kafasının içinde. Gülmekle ağlamak eyleminin ironik bir kelime oyunu gibi görünse de birbirini tamamlayan yahut birbirinden doğan zıtlıklar olduğuna, birinin ruhun aydınlık tarafında diğerinin ruhun karanlık tarafında yön bulduğuna karar verdi. Gülmenin dozunu arttırdığımız vakitlerde kahkahalarımıza gözyaşlarımızın eşlik etmesi de bundan değil midir?

Karanlık yolcuğunda gülmek onun feneri olabilir miydi? Ne de olsa gülmek mühim bir konuydu. Ve belki "devrimci bir eylem". Bu fikir kafasında çok yer edinmeden çelişen cümleler belirivermişti bile. Gülmek geçiciydi. Bir şimşek misaliydi. Acılar ve ağlamalar gibi iz bırakmazdı. Nerede ve ne zaman geleceğini bilmediğiniz bir anda gelir ve geçerdi.