Müslüm Gürses adı, 2002 yılında piyasaya çıkan Paramparça (Bayar Müzik, Burhan Bayar) albümüne kadar; bugüne nazaran farklı çağrışımlar yaratıyordu. Dinleyicileri hor görülüyor, çeşitli sıfatlarla anılıyordu. Hatta bu sıfatlardan ben de nasibimi almıştım. 1999 yılında şimdi yerlerinde yeller esen kasetçiden “Sadece” albümünü alıp eve gittiğimde dayım “Hayırdır, jiletçi mi olacaksın sen de?” demiş, boğazıma yutamadığım bir lokma bırakmıştı. Tabii yıllar içinde Müslüm Gürses’in de çalışmalarıyla bu algı yıkıldı. Belli bir kesimin “Baba”sı olan Müslüm Gürses yeni evlatlar edindi. Hatta hayat hikayesi “Müslüm” filmiyle (Yönetmen: Ketche, Can Ulkay; Senaryo: Hakan Günday) burada anlatmaya gerek kalmayacak şekilde belleklere kazındı.


İncelemeye konu olan Güldür Yüzümü albümü 1985 yılında Elenor plak firması tarafından Türküola stüdyolarında Yavuz Taner’in yönetmenliğinde kaydedilmiş. Albümün yapımcılığını Muhteşem Candan, prodüksiyonunu ise Atilla Alpsakarya üstlenmiş. Konuya hakim olanlar fark edecektir ki yukarıdaki isimlerle; meşhur tabirle albüm şampiyonlar ligi gibi. Özellikle Yavuz Taner’in albüme katkısı çok büyük, çoğu şarkının bestesi ona ait. Yavuz Taner de başlı başına bir inceleme konusu olduğu için onunla ilgili bahsi burada kesiyorum.


“Magnum opus” (Latince: büyük iş) genel anlamda bir sanatçının en önemli eseri için kullanılan kadim bir tabir. “Güldür Yüzümü” albümü için “Müslümcüler” arasında böyle genel bir kanı yoktur fakat bence babanın en önemli çalışmasıdır. Bu incelemede de bu nitelikleri açıklamaya çalışacağım. Herhangi bir yazıda okuyucuyu yönlendiren ifadelerden iğreti olurum fakat yazının bundan sonraki bölümü, albümü dinleyerek okunursa açıklamalar daha anlamlı hale gelecektir.


Albüm, adını aldığı Güldür Yüzümü adlı eserle başlıyor. Sözü Ali Tekintüre’ye, bestesi ise Yavuz Taner’e ait. Arabesk müzik denilince akla gelen etiket eserlerden biri. Almanya’da basılan Uzelli firması versiyonunda uzun bir bağlama taksimi var ki en az eser kadar etkileyici bir havaya sahip. Bu güzel taksim muhtemelen kapasite sorunundan Long Play’e (uzun çalar 33 devirlik plak) ve kasete alınmamış.


Taksim bitince bağlamanın yürüyüşüyle eser başlar. Bağlama ana melodiyi basarken yaylılar da eşlik eder, ana melodi ardından kısa bir bağlama - yaylılar atışmasından sonra Baba sahne alır:


İnsanı yaşatan ümitler gibi

Güneşi getiren saatler gibi

Gerçeğe dönüşen vaatler gibi

Geliver yanıma güldür yüzümü  


Son dizeden anlaşılacağı üzere Güldür Yüzümü bir ayrılık şarkısı. Baba ilk dizeden itibaren o tarif edilemez sesiyle bunu hissettiriyor. Sade, abartısız bir giriş. İlk dörtlüğün ikinci okunuşunda “yaşatan” kelimesinde atılan imza. Baba bizi nakarata hazır hale getiriyor. Kendimizi yaylıların hırçın dalgalarına bırakıyor ve babanın yanında bulunuyoruz:


Olmaz hiç kederin olmaz hiç tasan

Şaşırır kalırdın aşkı tanısan

Beklemez gelirdim yerinde olsam

Geliver yanıma güldür yüzümü


Yine birinci dörtlükte olduğu gibi ilk tur sade, ikinci turda yerinde nağmeler. Özellikle “kederin” kelimesinde ve “yerinde olsam” ifadesinde ikinci turda bambaşka lezzetler tadılıyor. Son iki dize umut dolu. Aşık, sevgilinin yerinde olsa hemen yanına koşacağını söylüyor. Baba da bu umudu taşıyor, orkestra da bu umut değirmenine su taşıyor ve ilk bölüm sona eriyor. Artık eserin içindeyiz. Başlangıçta olduğumuz yerde değiliz, bağlamanın peşine katılıp gideriz. İkinci bölümde darbuka da bir başka dövünür. Zaten albümün tamamında darbuka hiç bildiğimiz gibi değildir. Bunları düşünürken ikinci bölüm başlar.


Bahane arama yol uzun diye

Reddetme aşkımı son sözüm diye

Böyle çok sevene bu nazın niye

Geliver yanıma güldür yüzümü


Anlaşılan sevgili uzak yere gitmiştir. Ki sevgilinin gittiği yer bir adım bile olsa dünyanın öbür ucu sayılır. Söylediği son sözden de dönmek niyetinde değil. Bu kadar sevgiye karşı kayıtsız. Yani yüz yıllardır özellikle divan edebiyatında işlenen bir sevgili tipiyle karşı karşıyayız. Fakat aşık, sefil ve bedbaht değildir. Umutsuz hiç değildir. Ve sadece yüzünün gülmesini ister. Baba da bunun hakkını verir. Hiçbir nağmeyi veya vurguyu sömürmez, tadında bırakır. Sesinde de sefil bir aşık yoktur. İlk turda sade, ikinci turda imza... Söz artık orkestranındır. Darbuka artık kalbimizin ritmiyle atar. Ses tonu azalır ve ilk şarkı biter. Tekrar tekrar dinlenmek üzere.


İkinci eser “Ben Senin Kulun muyum?” yine Ali Tekintüre ve Yavuz Taner ikilisine ait. İlki kadar olmasa da albümün en meşhur eserlerinden.


Yanıtlanması güç bir soru soruyor sevgiliye. Burada aşık biraz ümidini yitirmiş gibi. Ne sevgiliyle yaşayabiliyor ne de onsuz yapabiliyor. İki arada bir derede. Ve buna nasıl katlanacağını bilmiyor. Baba da duyguyu çok güzel anlatıyor. “Nasıl katlanırım ben, nasıl?” diye sorarken sesinde çaresizliğin tüm renkleri duyuluyor.


Üçüncü eser “Kalleş Dünya” sözü ve bestesi Bayram Şenpınar’a ait özgün bir eser. Eserde dikkat çeken ilk unsur nakaratının veya tekrar dizesinin bulunmayışı. Türk sanat müziği makamları arasında dolaşan serbest bir çalışma. Bu eserde aşığın düşünceleri daha da genişler ve tüm hayatını kapsayan “dünya” mefhumunda isyanını dile getirir. Bizi de o isyanın içine çeker.


Dördüncü eser “Sevmek Ne Güzel” muhtemelen ilk üç eserin sonunda perişan duruma düşen dinleyiciyi biraz toparlamak ister. Söz ve müzikte yine Ali Tekintüre ve Yavuz Taner var. Aşığın tüm cefasına ve dünyanın kalleşliğine rağmen sevmek duygusunun her şeye rağmen güzel olduğunu aşılayan, yine bağlama temeline dayanan hareketli bir eser. Baba bu eserde de tempolu eserlerde de ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar. Umudu iliklerimize kadar zerk eder.


A yüzünün son eseri “İbadet” Bayram Şenpınar’a ait. Sevmek Ne Güzel’de toparlanan dinleyiciye aynı tempoda olmasa da bir umut aşısı daha yapar. Eserde ibadet, inanç, tanrı kavramları tasavvuf edebiyatını hatırlatır nitelikte sevgili kavramıyla birleşir. Kalleş Dünya eserinde zirveye çıkan isyan bu eserde biraz dinmiş ve arzuhal halini almıştır.


Albümün B yüzünün ilk şarkısı “Unutamazsın” dinleyiciye unutamayacağı duygular yaşatan bir eser. Söz ve müzikte malum ikili. Yaylıların hüküm sürdüğü ve hükmü kimseye bırakmadığı ağır tempolu bir eser. Sözü, müziği ve yorumuyla tek vücut olmuş bir feryat. Hemen hepimizin yaşadığı duyguları, anıları gözümüzde canlandıracak güçte. Baba’nın nakaratı ikinci turdaki yüksek perdeden yorumlayışı sanırım Türk müziğinin ulaşılması güç mertebelerinden biri.


B yüzünün ikinci eseri “Maziden Biri”. A yüzündeki kompozisyon burada bozuluyor. Çünkü bu parça bağlantının tamamen koptuğu bir sevgiliden bahsediyor. Baba’nın “yıkılmaz sandığım o insan çökmüş” dizesindeki yorumu, bir insanın çöküşünü neredeyse resmediyor.


Üçüncü eser “Tövbe Ettim” Müslüm Gürses’in sesinin sınırlarını kulaklara bildirir. Belki de sınırsızlığını... Dördüncü eser “Gözünden Tanırım” yayınlandığından yıllar sonra Baba’nın bekli de en meşhur hayranı Hakan Taşıyan tarafından canlı yayında okuduğu parçadır. Son parça “Anlasana” ise Magnum Opus’un bittiğini fısıldayan, kısmen hareketli, toparlayıcı bir eserdir.


Güldür Yüzümü albümü üzerine daha çok şey söyleyebileceğim, çözümleyebileceğim bir şaheser. Fakat eserdeki bazı cevherlerin henüz dinlememiş müzikseverler tarafından keşfedilmesini yeğlerim. Müslüm Gürses hala tam anlamıyla keşfedilmemiş, çözümlenmemiş; ağzı ve kalemi olanın hakkında binlerce şey söylediği, yazdığı ölümsüz bir sanatçı. Çeşitli tanımlamara, sınıflandırmalara sığmamış bir baba. Bence sırrını tüm insanlığa ait duyguları dile getirebilmesinde saklayan bir derviş.