“Okyanusların sahibi olduğunu sanan fakat kendi denizinde kaybolan kaptan.. Rotası belirsiz, dümeni çeviriyor vardığı yerde sevdiklerini bulmanın ümidiyle…
Ya da unutmak ümidiyle.
Aslında aklındakilerden kaçmaya çalışıyordu. Eğer okyanusların sahibi olursa acı çekmeyeceğine inandırmıştı kendini.
Bilmediği sayısız limanlara defalarca demir attı ama unuttuğu bir şey vardı, herkesten gizlediği hatta kendinden bile gizlediği küçük bir çocuk vardı kendi gemisinin kaptanı olmak isteyen. Anlaşılmayı bekliyordu, fark edilmeyi bekliyordu. Hâlâ aradığını bulamayan kaptan aldı çocukluğunu yanına , eskilerin özlemi ile yeni limanlara yelken açtı…”
Küçük kısa bir hikaye, birçoğumuzun hikayesi aslında…
Sadece betimlemelerimiz farklı, hislerimiz aynı..
Şarkılara, şiirlere , yağmurlara bazende yıldızlılara sığınıyoruz. Aslında bizi hayatta tutacak temel ihtiyacımızı bulmaya çalışıyoruz türlü türlü anlarda..
Her gün biraz daha eksiliyoruz eksildikçe sona yaklaşıyoruz bunun farkında olmadan nasılda umarsızca yaşıyoruz/yaşadığımızı sanıyoruz. Zaten sanmak en büyük yanılgı değil midir? Hepimizin ağzına pelesenk olan mutluluk arayışı… Peki mutlak mutluluğun kelime anlamı dışında gerçeklik hissini biliyor muyuz?
Sandıklarımızla gün geçirmeye devam edelim, hikayemizin başına dönmemiz gerekirse bulunmak isteyenlerin hikayesi bu…