"Arkadia'da doğduk hepimiz", başka bir deyişle dünyaya mutluluk ve zevk beklentisiyle dolu olarak adım atarız ve kader bizi hoyrat bir şekilde yakalayıp hiçbir şeyin bizim olmadığını, her şeyin ona ait olduğunu gösterene kadar bunu gerçekleştirmeye yönelik o aptalca umudu koruruz; nitekim kader yalnızca sahip olduğumuz ve edindiğimiz bütün her şey üzerinde değil, aynı zamanda kolumuz ve bacağımız, gözümüz ve kulağımız, hatta yüzümüzün ortasındaki burnumuz üzerinde bile tartışmasız bir hakka sahiptir.
(sayfa 11)
Dünyadaki en iyi şeyin acısız, sakin, tahammül edilebilir bir varoluş olduğunu kabul ederiz. Böylece onun değerini biliriz ve bunu hayali zevklerin huzursuz özlemiyle ya da aslında tümüyle kaderin elinde olan belirsiz bir geleceğe ilişkin ürkek endişelerle mahvetmekten kaçınırız; istediğimiz gibi mücadele etmeyi arzu ederiz.
(sayfa 12)
Fakat burada durum farklıdır ve insan hep aynı olsa da her zaman kendini anlamaz, tam tersine asıl özfarkındalığını kısmen edininceye kadar kendini sıklıkla yanlış anlar.
(sayfa 13)
Bu nedenle salt isteme ve yapabilme kendi içinde henüz yeterli değildir, aynı zamanda insan ne istediğini bilmelidir ve ne yapabildiğini bilmelidir. Ancak bu şekilde karakter gösterebilir ve ancak o zaman doğru bir şey yapabilir.
(sayfa 14)
Başkalarının niteliklerini ve özelliklerini taklit etmek, başkalarının kıyafetlerini giymekten çok daha onur kırıcıdır.
(sayfa 17)
Aslında biz sırf ya başkaları üzerinde etkili olacağını ya da eşi benzeri görülmemiş bir çabayla kendimizi kışkırtmayı umduğumuz sürece sızlanırız ve öfke duyarız. Fakat çocuklar ve yetişkinler başka türlü olmayacağını açıkça gördüklerinde yetinmeyi çok iyi bilirler.
(sayfa 18)
Memnuniyetsizliğimizin kaynağı, isteklerin katsayısını yukarı çekme çabamız sürekli yenilenirken bunu önleyen diğer katsayının hareketsizliğinde yatar.
(sayfa 21)
Bizi sıkıştırıp boğan büyük endişenin yükü nihayet mutlu bir sonla üzerimizden kalktığında yerini tüm malzemesiyle önceden beri mevcut olan, bununla birlikte kapasitesi kalmadığı için endişe halini alarak bilince çıkmamış bir diğerinin aldığına ilişkin gözlem de bunu doğrular; nitekim bu yeni endişe malzemesi de karanlıkta kalmış ve fark edilmemiş puslu bir karaltı olarak bilincin ufkunun en uç noktasında beklemiştir. Fakat şimdi burada yer açılınca hazırdaki bu malzeme derhal yakınlaşarak günün hakim endişesinin tahtını işgal etmiştir: Materyali, ortadan kalkan öbür endişenin malzemesinden çok daha hafif de olsa, onun görünüşteki büyüklüğüne erişecek ve günün asıl endişesi olarak tahta bütünüyle kurulacak şekilde kendini şişirmeyi bilir.
(sayfa 23)
Yani acılarımızın kaynağı olarak kendi varlığımız yerine her an suçlayabileceğimiz ve acı çekmenin bu varoluş için özsel nitelikte, gerçek tatmininse imkansız olduğu bilgisinden yeniden uzaklaşmak kaydıyla kaderimize küseceğimiz fakat karşılığında varoluşumuzla barışacağımız bir şeydir bu.
(sayfa 24)
Daha ziyade bizden hiç eksik olmayan acıya daima ayrı bir dışsal neden, adeta bir bahane ararız; tıpkı efendi sahibi olmak için özgür insanın kendine put yaratması gibi.
(sayfa 25)
İnsan yapabileceklerini isteyerek yapmalı ve çekmesi gereken acıyı isteyerek çekmelidir.
(sayfa 26)
İnsan neşeliyse, neşeli olmak için her açıdan nedeni olup olmadığını düşünerek kendinden izin istemez. Neşeden başka hiçbir şey kendi ödülünden daha emin olamaz. Zira onda ödül ve eylem birdir.
(sayfa 28)
Hayat bilgeliğinin büyük bir kısmının, biri diğerini mahvetmesin diye, dikkatimizi kısmen mevcut ana, kısmen de geleceğe bahşettiğimiz doğru orana dayandığı söylenebilir. Bazıları (gamsızlar) fazlasıyla mevcut anda, bazıları da (korkaklar ve tedirginler) fazlasıyla gelecekte yaşarlar; ölçüyü tutturanlar nadirdir.
(sayfa 28)
Hiçbir ani durum karşısında büyük coşkuyla da büyük kedere de izin vermemek: Çünkü şeylerin değişebilirliği durumu her an tümüyle yeniden şekillendirebilir. Buna karşılık mevcut anın tadını hep olabildiğince neşeyle çıkarmak: Bu, hayat bilgeliğidir.
(sayfa 34)
Sahip olmadığımız şeylere bakarken, "Benim olsaydı nasıl olurdu?" diye düşünme eğilimindeyizdir ve işte böylece yokluğu hissederiz. Oysa bunun yerine sahip olduğumuz şeyler için sık sık şunu düşünmemiz gerekirdi: "Bunu kaybetsem ne olurdu?"
(sayfa 40)
Herkes farklı bir dünyada yaşar ve bu, kafaların farklılığına göre değişkenlik gösterir: Buna göre dünya yoksul, boş, yalın ya da zengin, ilginç, anlamlı olabilir. Kaderin, koşulların, çevrenin herkesin dünyasında yarattığı fark bile bundan daha az önemlidir.
(sayfa 46)
Bir dahinin başına gelen son derece ilginç bir olay, boş bir kafa için gündelik dünyanın yavan bir sahnesi olacaktır. -Yine bu şekilde melankolik biri için bir trajedi sahnesi, soğukkanlı ya da iyimser birine göre çok daha az şey ifade edecektir. Bu nedenle büyük ölçüde sağlığa bağlı olan neşeli, mutlu bir ruh halini ve sağlıklı bir zihni korumaya özen gösterip dışsal şeylere sahip olmayı daha az önemsememeliyiz.
(sayfa 46)
Yalnızca bilinç durumu kalıcıdır ve sürekli olarak etkilidir. Geri kalan her şey yalnızca geçici etkiye sahiptir.
(sayfa 47)
En büyük ve en sık rastlanan aptallıklardan biri, hangi türden olursa olsun, hayat için geniş kapsamlı düzenlemeler yapmaktır. Böyle şeyler için insanın baştan sona bütün hayatı hesaba katılır, ne var ki pek az insan o noktaya ulaşır.
(sayfa 48)
Hiçbir insanın hayatı, acıdan ya da can sıkıntısından azade değildir.
(sayfa 50)
Nesnel yarı kaderin elindedir ve değişkendir; öznel yarı kendimizdir ve bu da esasen değişmezdir. Buradan anlaşılıyor ki çoğu zaman sadece kader ve sahip olduklarımız hesaba katılsa da mutluluğumuz aslında kim olduğumuza, bizim bireyselliğimize bağlıdır.
(sayfa 53)