Bir insan ne zaman mutlu olur? Bu, yüzlerce yıldır sorulmuş, cevabı felsefecilerden yazarlara, şairlerden hepimize kadar herkesi meşgul etmiş bir soru. Ancak, mutluluğu ararken belki de en önemli yanıt, onu aramayı bıraktığımızda geliyor. Ferit Edgü’nün dediği gibi: “Mutluluk soruların bittiği yerde başlıyor olmalı. Öyle mi?”


Sorular… Hayatımızın her anında bizimle birlikte olan bu zihinsel uğraşlar, bazen bizi bir sonuca götürse de çoğu zaman sadece belirsizliğin içinde savurur. “Doğru yolda mıyım?”, “Başarılı olacak mıyım?”, “Gerçekten seviliyor muyum?”... Oysa bazen mutluluk, soruların ve cevapların ötesine geçip varış noktasında, sadece bulunduğun yerde durabilmekte gizlidir.


Mutluluk, bir varış noktası mı, yoksa her zaman yolda olma hali mi? Ben buna, soruların sustuğu bir dinginlik anı diyorum. Bu, aramaktan vazgeçtiğimiz, cevapları önemsemediğimiz bir teslimiyet hali. Çünkü aslında mutluluk, dış dünyada bulmayı umduğumuz bir şey değil. O, içimizde saklı bir huzur. Ve o huzura ulaşmanın yolu, sürekli sorgulamayı bırakmaktan geçiyor.


Ferit Edgü'nün cümlesi bana bir durup düşünmeyi hatırlatıyor. Belki de mutluluk, yolculuğun sonunda değil, o yolculuk sırasında fark edilemeyen küçük anlarda gizlidir. Sorular bitince, tüm o karmaşa bir sis gibi dağılır ve geriye sadece "şimdi" kalır. İşte o an, belki de insan kendini gerçekten özgür ve tamamlanmış hisseder.


Ve bazen, mutluluk, sadece bir yaz akşamı esen hafif bir rüzgarın saçlarınıza değmesiyle gelir. Ya da bir fincan kahvenin ilk yudumunda. Aslında o anlarda hiçbir şey değişmemiştir; hayat yine olduğu gibidir. Ama fark, sizin hissettiğiniz o dinginliktedir. Mutluluk, dış dünyadan gelen bir armağan değil, ona verdiğiniz anlamdır.


Sahi, mutluluk dediğimiz şey gerçekten bir varış mı, yoksa sadece bir anlık huzur mu? Belki de bu sorunun cevabını bulmaya çalışmayı bırakmalı, sadece bu sorunun olduğu hali kabul etmeliyiz.


Bazen en büyük cevap, hiçbir cevap aramamakta saklıdır.