Çıldırmamak için kendimi zor tutuyorum. Sürekli kendini öven ve diğer insanlara donuk kalan bir adamla nasıl evlenmiş olabilirim. Mutfak masasında oturuyorduk. Herkes bir şeyleri ağzına götürme telaşı içerisinde. Bir yandan sohbet etmeye çalışıyoruz. Oğlu annesine kendini hala kanıtlama telaşı içerisinde. Annesi de oğluyla iftiharlar etmek istiyor açıkçası.
" Hayatım, bir çay alabilir miyim?" dedi.
" Tabi."
Annesinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Etrafı dikizliyor. Her şeyi yavaş yavaş süzüyor. Aklı sıra beni kontrol ediyor. Oğluna hizmetlerimi değerlendiriyor. Galiba dedikodu malzemesi olacağım. Gıybet, ne büyük lütuf insanlara. İnsanlık kuyu kazma eyleminde yıllardır üstün başarı madalyası alıyor. Gözlerini artık etraftan çekip biricik oğluna odaklandı.
" Oğlum?"
" Efendim anneciğim."
" Kahvaltı için teşekkür ediyorum. Ellerine sağlık."
" Rica ediyorum anne."
Bir anda ben sohbete atıldım.
" Ellerime sağlık. Galiba hafif bir dil sürçmesi yaşadınız anneciğim?"
" Ne sürçmesi? Bu kadın ne diyor oğlum?" dedi.
" Anne sen onu boş ver. " dedi.
" Oğlum ne sürçmesi diyorum. Sen bana onu boş ver diyorsun. Ne diyor bu kadın? " dedi.
Kayınvalide çıldırmak üzereydi. Otoritesini kaybeden devlet lideri gibiydi. Bıkmıştım açıkçası. Gözlerini üzerime odakladı. Beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Bende gözlerimi onun çizgili, buruşuk suratından bir an olsun ayırmadım.
" Anneciğim, galiba yemekleri oğlunuz değil de ben yaptım. Bu tebrikleri de benim almam gerekiyor. Oğlunuz sadece yeme işiyle meşgul oldu. Birine hakkını vermek bu kadar zor olmasa gerek."
" Bana akıl vermeye mi başladın sen yine?" dedi.
Oğlu araya girmeye çalışıyor. Beni uyaran göz hareketleri yapıyor. Allah'ım ben nereye düştüm diyorum içimden.
" Hayır, size akıl vermek ne haddime."
" Bak, bir de dalga geçer gibi konuşuyor. Oğlum bu kız benim tansiyon hastası olduğumu bilmiyor mu?" dedi.
Hep aynı numara. Hep aynı numarayı yiyen akıllı olduğunu düşünen salak bir evlat. Annesi konuşmaya devam etti.
" Her zaman bu eve geldiğimde huzurumu bozuyor. Her zaman aynı şeyi yapmak zorunda mısın? Kahvaltımızı huzurlu bir şekilde yapalım. Zaten birazdan gideceğim. Evin sana kalacak. Ben biraz olsun oğlumla vakit geçiremeyecek miyim? Biraz olsun torunlarımı göremeyecek miyim? " dedi.
Seyit annesinin yanına sandalyesini çekti. Suçlu biz olduk anlaşılan. Duygusal haşarenin duygu savaşında mağlup oldum anlaşılan. Seyit imalı bakışlarla beni süzdü.
" Ya sen niye her zaman aynı şeyi yapıyorsun?" dedi.
" Her zaman neyi yapıyorum?"
" Ne zaman annem bu eve gelse bir sorun çıkıyor." dedi.
" Bak kendi ağzınla söylüyorsun. Ne zaman annen bu eve gelse bir sorun çıkıyor. Annen gelmediği vakit bu evde bir sorun olduğunu görmedim açıkçası. "
" Sen neyi ima ediyorsun? " dedi.
" Neyi ima ettiğimi gayet net açıkladığımı düşünüyorum. Sende bunu daha demin cümlelerinle tasdik ettin. Neyse ben annenle seni baş başa bırakıyorum. Daha fazla bu Yeşilçam'ın absürt trajedileri içerisinde kendime yer vermek istemiyorum. Annene söyle senaryosunu daha inandırıcı canlandırmaya baksın. Sende oğlunla daha rahat konuşmak istiyorsun zaten. Al, sana fırsat. Saatlerce konuş oğlunla. Torunların gelince yemek falan hazırlamayı unutma oldu mu? "
Seyit altta kalmaması gerekiyor. Zaten bu onun bir özelliği. Her zaman en üstte olmayı ister.
" Sen bizimle nasıl bu şekilde konuşuyorsun? Sana kim olduğunu ve nereden geldiğini hatırlatmamı istemezsin bence. Sen beni bulana kadar bir ucubeydin. Şimdi bize bu kadar yukarıda bakma hakkını nereden buluyorsun?" dedi.
" Çok komiksin Seyit. Masayı toparla. Kahvaltı için ellerine sağlık hayatım. Sen olmasan emin ol biz de olmazdık. Şimdi gidiyorum."
Hiç beklemeden evden çıktım. Bu saçma oyunun içinde kendime yer vermek istemedim. Arkamdan bağıran bir adamın sesi var. Ben çoktan apartmandan ayrıldım. Telefonu ve anahtarı aldım. Birkaç saat içinde beni arayacaklar. Yalakalık yapacaklar. Kendimi birkaç sokak öteye attım. Bir bank buldum kıyıda köşede tek başına bırakılmış. Etrafta kimsecikler yoktu. Gökyüzü düne nazaran daha pozitif. Birkaç ev daha dikiliyor yeryüzüne. İşçilerin çalıştığını görüyorum. Lüks bir araba geldi iş yerine. İçinden indi gözlüklü bir züppe. Belki insan canlısıdır diye ön yargılarımı kırmak istedim. Arabanın arka kapısından küçük bir köpek indi. Tasmasını çözdü. Köpek adamdan uzaklaşıp bir ağacın dibine işedi. Ayaklarıyla yaptığı işin üstünü kapattı. Ağır adımlarla adamın yanına doğru gitti. Kısa bir köpek olmasına karşı boğazına düşkün olduğunu söyleyebilirim. Sigaramı yakıp denize doğru baktım. Her zaman yanımda küçük bir kağıt ve kalem gezdiririm. Sanatçı çoğu zaman doğayı taklit eder. Bende iyi bir taklitçi olma çabasındayım şu an. Denizin öfkesinden dalgalar meydana geliyor. İçine küçük taşları alıp sakinleşiyor. Daha büyük taşlara büyüklüğünü göstermek için daha çok agresifleşiyor. Bir çift geçti önümden. Bugün hafta içiydi. Normalde bu kadar bile kalabalık olmaması gerekiyordu. Sanatçı aynı zamanda yaşamı da taklit ediyor bazen. Çizdiklerime çifti de silüet olarak eklemeye çalışıyorum. Sigarayı içmeyi unuttuğum için sönmüş. Tekrar bir sigara daha yaktım. Sarıldılar, bir şeyler konuştular. İsmini bilmediğim erkek farklı yöne kadında kaldığı yerde kalakaldı. Galiba bu son tanınma haliydi birbirleri için. Artık ilelebet yabancı olma zamanı yaklaşıyor gibiydi. Kız başını ellerinin arasına aldı. Birazcık durdu. Artık yaşamı daha iyi taklit edebilirim. Denizin güçlü gösterme telaşı son buldu. Deniz kenarından geçen bir simitçi gördüm. Çizimlerimi tamamlayana kadar yanıma yaklaşır diye düşündüm. El çabukluğuyla çizimi tamamladım. Simitlerini satacak benden ve şu hayata kısa bir süreliğine küsmüş bir kadından başka kimse yoktu. Yanıma yaklaştı. Göz göze geldik. Gözünün üst kısmında bir yara vardı. Dikkatimi çekti.
" Abla, simit alır mısın? " dedi.
" Bende tam senin gelmeni bekliyordum. İki simit bir de ayran alabilir miyim kardeş?"
" Hemen veriyorum abla." dedi.
Simitleri kâğıt bir poşete koydu. Ayranı da bana uzattı. Gözünün üstündeki yaranın bir aylık mazisi varmış. Simit satarken salağın biriyle tartıştığını söyledi. Sözcüklerle anlaşamayacak kıvama gelince yumruklar konuşmaya başlamış.
" Abla bu kağıttaki resmi sen mi yaptın? " dedi.
" Evet, ben yaptım."
" Bana hediye etme gibi bir lüksün var mı? Bana birini hatırlattı da." dedi.
" Kimi hatırlattı?"
" Bir daha canlanmayacak bir maziyi anımsar gibi oldum sadece. İstemiyorsan anlarım. Simitler ve ayran 40 lira tutuyor abla." dedi.
" Şu şekilde anlaşalım istiyorsan. Sen bana simitleri hediye et. Ben sana çizdiğim bu kağıdı vereyim. Ne diyorsun?"
" Abla daha siftah yapmadık. Neyse, belki siftah yaptığım zaman karşılaşırız. Belki bu kağıt yanında olur. Bu şekilde umut etmek istiyorum şimdilik." dedi.
Cebimden elli lira çıkarıp verdim. Kâğıt parçasını da umutlarının hüsranına uğramaması için verdim. Gözleri ışıl ışıl parladı. Mutlu olduğunu düşünüyordum. Hatta düşünmüyorum. Çocuğun mutlu olduğunu biliyorum. İnşaattan garip sesler geldi. İşçiler patronu döverek çıkardı iş yerinden. Arabalarına binip inşaattan uzaklaştılar. Birkaç dakika içerisinde inşaattan dumanlar yükseldi. Kız hala uzaklara bakıyordu. Patron bağırarak itfaiyeye inşaatın yerini tarif ediyordu. Bende durgun, kendi dünyasına çekilmiş denize taş atıyordum. Telefonum çaldı.