No Country For Old Men, Coen kardeşlerin Cormac Mccarthy'nin aynı adlı romanını beyaz perdeye ustalıkla uyarladığı filmdir. İlginç bir adaptasyon ve öyküleme örneğidir, aşağıda naçizane nedenlerine değineceğim.


UYARI: Buradan sonrası spoiler.


Kitabın anlatıcısı şerif Ed Tom Bell'ken filmde ise Bell giriş monoloğu hariç bir anlatıcılık misyonuna sahip değildir.

Film, şerif Tom Bell'in kitabın girişinden neredeyse kelimesi kelimesine alıntılanmış bir voice-over monolog ile başlıyor. Kitabın her bölümü Bell'in benzer monologlarıyla başlıyor olsa da, Coen kardeşler filmin başına tek bir voice-over monolog koyup sonuna da karakterin karısına rüyasını anlatmasına yer veriyor.

Voice-over, yani filmdeki bir karakterin filmi yer yer sesiyle anlatması tekniği beyaz perdede sık sık kullanılan bir yöntem. Fight Club, Forrest Gump ve The Shawshank Redemption gibi kitap uyarlaması filmler bu tekniğe örnek. Coen kardeşlerin böylesi geleneksel bir anlatma yöntemini reddetmesi, aşağıda bahsedeceğim 2+2 teorisiyle bağlantılı olacak.


Mccarthy'nin kitabındaki iç-monologlar yerine filmdeki şerif Bell'in iç dünyasının yansımalarını, diğer karakterlerle yaptığı diyaloglarda görüyoruz. Mesela Chigurh'un cinayetlerinde kullandığı silahı tahmin etmesini, llewelyn Moss'un karısı Carla Jean Moss'a anlatmasıyla anlıyoruz. Veya genel anlamda, etrafında olup bitenin kendisini aştığını, hatta kendisini bir nebze korkuttuğunu, departmandaki memurlarla yaptığı dry humor ile anlayabiliyoruz. Bu espri anlayışı korkuyla bezenmiş, sorumluluktan kaçan bir yerde.

Ayrıca Bell, içinde bulunduğu modern dünyanın kendi zamanına göre ne kadar acımasız ve vahşi olduğundan söz ediyor. Bundan söz ederken insanların eskiden birbirine karşı daha nazik olduğunu da belirtmeden geçmiyor. Bu davranışları ve açıklamalarıyla, filmin veya kitabın adının örtüştüğünü görmek için pek bir alt metin okuması yapmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Bu kitabın/filmin türü neo-western'dir. Western türünde filmleri hatırlayacak olursak, bu filmlerde iyi ve kötü karakterlerin er ya da geç yüzleşmelerini görürüz. Ethan Coen de filminden bahsederken bu duruma değinir.


Bu filmde ise Moss çiftinin cinayet anları kadraja girmiyor; Moss'un filmin protagonisti, Carla'nın da onun suçsuz eşi olduğunu hatırlatalım. Özellikle Chigurh'un Carla'yı öldürdüğünü, katilin verandada ayakkabılarına kan bulaşmış mı bulaşmamış mı diye bakmasından anlıyor olmamız, buna rağmen kitapta bile Carla'nın cinayetinin apaçık tasvir ediliyor olması, Coen kardeşlerin hikaye anlatımında çıtayı ne kadar yükselttiğinin bir kanıtı. Özetle seyirciye 2+2=4 demiyorlar, 2+2'yi veriyorlar ki biz seyirci olarak boşlukları dolduralım.


2+2 teorisini açacak olursak Andrew Stanton'dan söz etmemiz gerekir. Kendisi bir Ted konuşmasında, seyirciye 2+2=4 demek yerine, onları olay örgüsüne dahil etmenin ve karakterlere dair ipuçları vermenin karakterler arasında basit diyaloglar kurmaktan daha interaktif olduğundan bahsediyor.

karakterlere göz attığımız zaman, llwelyn Moss'un bir metodunun olduğunu, yani kafasını çalıştırarak çıkarımlara varıp öyle hareket ettiğini daha uyuşturucu çatışmasının hemen ardından anlarız. hikaye ilerlediğinde Moss'un Vietnam'da askerlik yaptığını da öğrenmemiz, onun maharetli silah kullanımını ve çatışmalardaki stratejik hareket etmesini açıklayabilir.


Bell'e dönelim.


Yukarıda söz ettiğim üzere Bell, film boyunca olan bitenle arasına görünmez bir bariyer kurar hep. Bir yere girilecekse önce genç polis girer; kaçamak, esprili cevaplar vererek yüzleşmekten kaçar. Bunun sebebi, zamane insanlarının nasıl bu kadar vahşi ve acımasız olduklarını anlayamıyor olması. İnsan anlamadığı şeyden korkar, korkmasa da en azından endişe duyar.

Antagonist Anton Chigurh hakkında bir backstory verilmemesine rağmen onun katillikte ne kadar tecrübeli olduğunu seyirci olarak hemen anlarız.

2+2 teorisine döndüğümüzde, motel sahnelerinde llwelyn, odasının perdelerini sonuna kadar çekip odasından çıkar. Akşam olduğunda taksiyle odasının önünden geçtiğinde perdenin hafif aralandığını görür. Böylece odasına birinin girmiş olduğunu anlar ve taksiciye onu başka bir motele götürmesini söyler. Seyirci bunu gözlemler, 2+2'yi toplar, 4'ü bulur. Ayrıca Moss'un film boyunca bir av olduğunu, ancak metodolojisi olan zeki bir av olduğunu hatırlamakta fayda var.

Chigurh ise Woody Harrelson'ın canlandırdığı Carson Wells'i öldürdükten sonra ayakkabılarını yatağın üstüne koyar, çünkü ayakkabılarının kana bulanmasını istememektedir. Bu bilgi seyirciye verildikten sonra Carla'nın ölümünden sonra verandada Chigurh'un ayakkabılarını kontrol ediyor olması da bir 2+2 anı olmaktadır. Seyirci tekrar 4'ü bulur.


Kitabın/filmin teması şerifle ilgilidir.


Filmin açılışında Bell, eskiden şeriflerin silah dahi kuşanmadıklarını anlatır. Şimdi ise 14 yaşındaki bir kızı öylesine öldüren adamlar tanımaktadır şerif. Bu vahşetin altındaki motivasyonu anlayamaz. İçinde bulunduğu dünyaya yabancılaşmıştır. Bu acımasız zamanlarda eski şeriflerin ne hale düşeceklerini sorgular giriş monoloğunda. Arkadaşı Bell’in emekli olmasından bahsettiğinde Bell, “i feel overmatched,” yani “benden geçti, artık tüm bu olanlar beni aşıyor” alt metinli bir cümle kurar.


Film, Bell’in babasını gördüğü bir rüyasını karısına anlatmasıyla sona erer. Babası kendi yaşından erken öldüğünden kendisinden 20 yaş gençtir, yani rüyada da Ed Tom Bell yaşlı adamdır. Baba oğul atları üstünde dağların arasından geçerlerken babası elinde bir boynuz, boynuzun içinde ateş vardır. Bir süre sonra babası Ed’in önüne geçer. Ed ise, onun bu zifiri ayazda bir yerlerde ateş yakmaya çalıştığını, oraya vardığında babasının orada olacağını düşünmektedir. Sonra rüyasından uyanır.




Yazıyı yazarken faydalandığım kaynaklar:

https://www.youtube.com/…l=lessonsfromthescreenplay

https://www.cinemablend.com/…een-the-book-and-movie