Uyanın, haydi, kapıyı çalan var.

"Kim o?" diye soramam.

Merak da etmiyor değilim.

Birdenbire ben olandan,

olmayana geçtim.

Ya ne kaldı sonra?

Sözcüklerden başka.

Anlamı var mı?

Hazretleri ya da kethuda.

Bu maziye bakın bi.

Bakın da görün.

İnsan evladının,

ne menem acıları var.

Ağlıyor kağıtlar,

defterler ve harfler.

Ağlıyorlar aslında.

Dinleyin onu.

Kederlenin.

Göğsünüzü dolduran sesler,

sizin de hikayeniz.

Bundan kurtuluş var mı?

Oraya "ad yazayım" diye,

çokları canavarlaştı.

Adın bir önemi olmalıydı.

Fakat bu; bir rüyaydı.

En çok kimsesizlerin,

mezarları taştı.

Nerede adın,

kime seslenir artık?

Umut beşikte sallanırken,

sen babasız kaldın.

Yazık ki ne namın,

ne tesiri şarkılarının;

sana olmamışı çağırdı.

Büyük hayallerle

dereye dalmıştın.

Kolunu ve bacağını yediler,

bütün balıklar.

Dindirme kesik gövdeni,

kana susamış aklını.

Bu masal hep oynandı.

Sen rol almasan da başkası.

Nerede güzeller güzeli?

Masalın en yücesi.

Bilinen ve istenendi.

Onun da bir giriş kapısı,

türlü kıyafeti.

Süslü püslü.

Alaca, belirgin ve inceydi.

Mezarların bekçisi:

Söyle bunu da mı esir ettin?

Ne kopardın kalplerden?

Kayalık diplerinden,

masmavi göklerden.

Dinle adımı, duy beni.

Ulular ulusu;

ak yağız, kara bora, yaz çeşnisi.

Duyun beni!

Kırık kaplar, sarı baretler ve payandalar.

Neyi kaldı insanın?

Tükendi gözyaşları.

Ne bıraktınız bizlere?

Uzun zaman önce.

İnsanlık onuru ve haysiyet diye diye,

gerdiniz deriyi.

Dümdüz, mermer gibi

olacak sandınız.

Ne var ki,

çocuklarınız size hakaret etti.

Sevgiyi andaş kılayım derken,

zorladınız.

Nefretleri çoğaldı.

Üzerlerinize geliyorlar.

Davullarla, zurnalarla.

Kalpleri çalınmış,

ruhları kayıp,

susuz kalmışlar.

Ne yemekler kandırıyor onları

ne de keyifler.

Öğrendiler ötekiliği.

Dibe batırılmışlığı

ve kinayeli sözlerinizi.

Öğrendiler,

aslında övgüsüz yaşamayı.

Sizlerden olmamayı,

size bakmamayı.

Baskınlar ve çomaklar.

Kılıçlar doldu ellere.

Kara kedi söyle;

"O" kimdir de.