Hatırlayalım ya da hatırlamayalım, yaşadığımız, tanık olduğumuz birtakım olaylara reaksiyon olarak kendini gösteren bir duygu öfke. Tıpkı diğer duygularımız gibi. Hayal kırıklığı, haksızlık, bir duruma anlam verememe zamanlarında ortaya çıkabiliyor. Yıkıcı, zarar verici sonuçlarına rastlamak diğer birçok duygudan daha olağan. Yalnız bu "yıkıcı" ifadesinde içime sinmeyen bir şeyler var. Aslında öfkenin kendisinde içime sinmeyen bir şeyler var. Öfke duygusunun varlığı, ortaya çıkma ihtimali, dışarı yansıtılmasa bile birikmesi rahatsız ediyor beni. "Öfke patlaması" var bir de. Öfke her ortaya çıktığında patlayan bir şeymiş gibi geliyor bana. Sanki doğal bir duygu değil de, bilerek, isteyerek sahip olunan bir tavır gibi algılıyorum onu.


Aslında derdim öfkenin bir duygu olarak kendisiyle değil tabii. Onun sebebiyle yapılanlarla... Öfkelenip sağa sola fiziksel ya da psikolojik anlamda zarar vermek, rahatsız edici, agresif tavırlar sergilemek beni kızdıran şey. Evet, öfkeyi eleştirirken bile kendisine kapılıyorum.


İnsanın içsel dengesini koruması, metanetini, soğukkanlılığını devreye sokabilmesi büyük bir erdem benim için.


"Kontrol etmek" diye bir şey var öfkeyi. Bunun için tavsiye edilenler de öfkenin kaynağını öğrenmek, derin nefes almak, egzersiz gibi uygulamalarla agresyonu dışarıya kusmak, olaylara bakış açımızı hızlıca değiştirebilme yeteneğimizi geliştirmek, fevri davranışlardan kaçınma becerisi üzerine yoğunlaşmak gibi sıralanıyor. Aynı zamanda öfkeyi yönetmeyi, duygusal zekayla bağdaştıranlar da var. Empati becerisiyle doğrudan ilişkili olduğu önermesinden hareketle.


Öfke hakkında kendimi Seneca gibi buna uzun uzun kafa yoran, öfkelenmemeyi tavsiye eden filozoflara yakın hissediyorum. Hatta Buda gibi, Konfüçyüs gibi en uç noktalara bile gidebilirim bunun için.


Bu duygunun kendimize hiçbir faydası yok. Etraftan zaman zaman olumsuz bir durum karşısında öfkelenip gerekeni yapmamız öğütlerini duyarız. Ama bu duyguyu yaşamak yerine sakin kalarak gerekeni yine yapsak ne eksik kalacak ki?


Daha geniş ölçekte versiyonları da var tabii öfkenin. Topluluk halinde bir grubun öfkesi, hatta bazen toplumsal öfke. Bireylerin içinde biriken bu yıkıcı enerji toplandığında, yeri geldi Fransızlarda devrim enerjisine dönüştü. Yeri geldi Arap Baharı'na, yeri geldi ayrı bir mezhep oluşturmaya sebebiyet verdi. Öyle ki, adına protestodan türetilen bir kelimenin verildiği mezhep son derece etkin bir güç oldu Dünya üstünde, öncekiler gibi. Belki sonrasında bu enerji "çalışmaya" kanalize oldu ve Weber'in anlattığına göre kapitalizmi var etti, birlikte büyüdü onunla. Böyle büyük bir enerji... Bunlar eski düzenlerden bıkmış, müesses nizamı bozmak, değiştirmek isteyen insanların, toplulukların, toplumların öfkesiydi.


Toplum içinde karşılıklı büyük oluşumların çatışması olarak da görebiliyoruz öfkeyi evet, ama bir de bireylerin tek tek öfkesinin toplumu dönüştürmesi var. Çuvaldızı önce kendimize batırmaya çalışalım. Öfkeli bir toplum muyuz? Hem de nasıl!.. Sokaktaki insanların neredeyse hepsi patlamaya hazır bomba gibi. Sırf kavga etmeye bahane bulmak, agresyonunu kusmak için sokağa çıkan insanların bile var olduğuna emin gibiyim. Bizim öfkemiz gerektiğinde bir ülkenin politikacılarına kızıp portakal bile bıçaklatır bize.


Bu öfke nereden geliyor? Ekonomik koşullar?.. Hayır deme şansımız yok. Beğenmediğimiz yerlerde, aslında istediğimiz türden hayatların yaşanıyor olması?.. Haksızlıklar, adaletsizlikler?.. Hepsini açıkça, sıklıkla tecrübe ediyoruz toplum olarak, itiraf edelim... Hayattan istediklerini çoğu zaman alamayan bir toplumuz. Alamayınca da içimizde birikeni başkalarına savurmaya başlıyoruz. Zaten böyle gördüğümüz için, bu öğretildiği için alışmakta da zorlanmıyoruz.


Her gün onlarca şiddet haberi, öfke patlamalarının yol açtıklarını duymak çok normal bizim için, maalesef. Karşısına ne koyabiliriz bunun? Eğlence diye bir şey var, üzerine bir şeyler karalamaya çalışmıştım. Hiç yeri var mı toplumumuzda? Kaç kişi öfkelenip bunu kullanmak yerine deşarj olmak için eğlenmeye veriyor kendini? Eğlenmek için neler yapılabilir bu ülkede? Neyse ki Adorno, bizim ülkemizde değildi. Elinde "her sanat eserinin işlenmemiş bir suç olduğunu" düşünüp söyleyebileceği kadar malzeme olmuştu. Sanatla zaten aramız yok. Buraya da aktaramayız hiddetimizi.


Bu bireyler halinde içimizde tek tek biriken öfke toplumumuzu nasıl bir hâle bürüyor? Belki eskisinden çok farklı kılarak değil, ama son derece agresif, çoğunlukla saldırgan ve her türden karşıtlığa karşı çıkan bir toplum... Kim bilir ne zamandır böyleyiz. Ne zamandır bizi tanımlayan duygular içinde bu kadar ön sıralarda yazılıyor öfke. Bunu değiştirmek için bireysel anlamda daha sakin, daha soğukkanlı insanlara dönüşmeye çalışmak mı? Hayır, bunu da sevmeyiz. Lazım olduğunda "posta koymayı" bilmek gerekir bizde iyi bir yer edinebilmek için. Yoksa aman diyelim, nezaketli iletişimlere, eğlenmeye falan bulaşırız sonra...