Satrançta uluslararası geçerli puanlama sistemleri var. Her bir sisteme göre, herkesin satranç kabiliyetinin numerik bir karşılığı mevcut. Ve bu sistemlerin arka planında tıpkı satrançtaki gibi çok güzel bir matematik var. Bu matematiğin getirdiği kesinlikler sayesinde seviyeniz çok doğru tespit edilip puanlanır. Bunun sonucu olarak da sürekli kendi seviyenize yakın kişilerle karşılaşma yaparak, devamlı yenilmenin veya devamlı yenmenin vereceği sıkıntı hissi pek olmaz. Hiç bilmeyenler için açıklamak gerekirse; çocukken bir şekilde öğrenmiş, lisede 1-2 kez oynamış sonra da hiç oynamamış 40 yaşlarında birinin puanı için 1000-1200 civarıdır denilebilir. Çocukluğundan bu yana çok aktif bir şekilde oynayan, bu konuya saatlerini veren, tutkuyla bağlı bir kişinin puanı için ise 1800-2000 denilebilir (tabii yeterince zeki ise). 2000 üstü ise genelde bu konuda uluslararası mücadelelerde yer alan, satrancı hayatının merkezine oturtmuş üstün-zekalı kişiler oluyor. Teknolojinin imkanları sayesinde, cep telefonu internete bağlı herhangi bir insan puanını 1-2 saat içinde tespit edip, oynamaya başlayabilir. Puanına göre, eğitimlere bulmacalara anında ulaşabilir.

Temmuz ayından bu yana, satranç da yeni bir hobi olarak katıldı hayatıma. Bir şeyleri öğrenme merakım, kendimi bildim bileli çok fazladır. Hatta kendimi tam da bilemeyeceğim yaşlarda kendi kendime okuma becerisi edindiğimi, annemin okuduğumu fark ettiği andaki şaşkınlığı anlattığı anılarından biliyorum. Önemli-önemsiz, büyük-küçük fark etmeden her türlü bilgiyi öğrenmeye yönelik olan bu durdurulamaz merakım, beni ben yapan şey aslında. Onun sayesinde hayattaki birçok zevki tattım, çeşitli enstrümanlar çalmak, maket yapmak, resim çizmek, grafik gibi sanatsal zevklerin yanında fiziğin, kimyanın, biyolojinin yani bilimin sağladıklarını öğrenirken de çok keyif aldım. Bunun dışında Arduino ile robotik-elektronik bir şeyler yapmak, bilgisayarda oyun oluşturmak gibi teknik hobilerim de oldu.

Peki birçok şeyi merak ettim, birçok şeyle ilgilendim ama bunlardaki seviyem ne? Yani piyano çalmaya çalışıyorum ama ne kadar çalabiliyorum? Benzer şekilde “gitar çalıyorum” cümlesini kullanabilir miyim? Bunun karşılığını bilemediğimden dolayı, anlatırken genelde “gitarla ilgileniyorum, Arduino ile bir şeyler yapıyorum, 3dMAX de şunu deniyorum” vb. gibi cümleler, çok iddialı olmayan cümleler kuruyorum. Tabii mesleğim gibi üzerinde ciddi zaman harcadığım ve deneyim sahibi olduğum bir konuda bu kadar mütevazı olamadığımın, hatta ara ara epey ukalalık yaptığımın farkındayım ama satranç konusunda ne seviyede olduğunu belirten tam bir sayı var ya. Kızıma öğretme amacıyla başladığım süreçte satranca olan merakımı körükleyen şey bu his oldu.

Temmuz ayında lichess üzerinden bir hesap açıp oynamaya başladım bir gece, yeni açılan bir hesabın puanı 1500 olarak veriliyor. Ve seçtiğiniz oyun türünde oynadıkça bu puanınız değişiyor. İlk başlarda yanında “?” olarak gösterilen puanınız 10-15 oyundan sonra kesinleşiyor, soru işareti kalkıyor ve oyunlar daha zevkli hale gelmeye başlıyor. Çünkü karşılaştığınız kişiler de tam sizin seviyenizde oluyor. Yukarıda puan aralığını vermiş olduğum ilk gruba uygun olarak, hesabı açtıktan birkaç saat sonra Rapid adındaki her oyuncunun toplam 10 dakika oyun süresi olduğu tür için seviyemin 1150 civarında olduğunu öğrendim. Sonra kendime hedef bir puan belirledim: 1500! Bu dört aydır oynadığım 1023 oyun, 658 bulmaca, toplamda 4-5 saatlik eğitim videoları neticesinde bu gece 1400 barajını aşarak hedeflediğim seviyeye epey yaklaştım. 1500’e varmanın çok da zaman almayacağını düşünüyorum çünkü satranç seviyesinin insan sayısına dağıldığı grafiğe göre bir sonraki tepe noktası 1600 seviyesi. Dolayısıyla satrançla ilgilenmeye başladığım ilk anlarda belirlediğim hedef olan 1400-1600 tepe aralığındaki mücadeleyi yaşıyorum. Ve bir sonraki hedef olan 1600 üzerine çıkmam için ne kadar zaman ne yapmam, neyi nasıl öğrenmem gerektiğini de biliyorum artık. 1400-1600 aralığında oynamaya devam ederek satrançtan yeteri miktarda keyif alacağımı düşünüyorum. Daha üste çıkabilir miyim şu anda bilemiyorum, ama koyduğum hedefe ulaşmış olmak epey iyi geldi.

Benzer şekilde merak edip, heves edip, öğrenmeye çalıştığım şeyleri düşününce, onlardaki seviyemin de aşağı yukarı satrançtaki 1500 seviyesine denk geldiğini fark ettim veya seviyelerimi biraz daha inceleyip böyle bir hesap yaptım desek daha doğru olur. Tabii bu arada işim istisna bu konuda, çünkü tıpkı 2000 üstü satranççılar gibi işim de benim hayatımın merkezinde ve uluslararası işler yapıyorum, yani o konuda 2000 civarında olmaya çalışıyorum. 1500 seviyesinde olan şeylere dönecek olursak; bu seviye için şöyle denilebilir aslında: “yeterince isteyip tutku duyan herkesin, disiplinli bir şekilde öğrenerek gelebileceği seviye”. Ve bir şeye gerçekten yeteneğin olup olmadığını, gerçekten zihinsel ve fiziksel olarak yapabilip yapamayacağından emin olmak için en azından böyle bir seviyeye gelinmesi gerekiyor bence. Ve öğrenme imkanları konusunda insanlığın geldiği nokta gerçekten çok ama çok ileride. Evet yaşım ilerledi ama çok da yaşlı sayılmam, oysaki benim yaşam süremde gerçekleşen gelişme bile muazzam büyüklükte. Dolayısıyla bu zamanda herhangi bir şeyi 1500 seviyesinde öğrenmek gerçekten ulaşılabilir. Ve sanat, spor, bilim, teknik vb. ana başlığınız her ne ise hayattaki, o konudan biraz daha fazla keyif almanızı sağlayacaktır bu seviye.

Hem öğrenme imkanlarının zamanla nasıl geliştiğinin bir kaydı daha olması adına, hem de içlerinden herhangi birine sizin de ilginiz varsa gaza gelmeniz adına 1500 civarında bir seviyede öğrendiğimi düşündüğüm şeyleri nasıl öğrendiğimin hikayelerini yazmak istedim.

Bağlama çalmak;

Her ne kadar artık çok nadiren elime alıyor olsam da hayatımın “enstrüman çalmayı öğrenme” bölümünde en uzun süreye sahip. 11-12 yaşlarındayken babamın aldığı bağlamayı yaklaşık 20 sene boyunca sürekli geliştirmeye çalıştım. Daha doğrusu başta koyduğum hedef olan, Ali Ekber Çiçek’in Haydar Haydar şarkısını çalma hedefine doğru ilerledim. Bilen bilir ne kadar yanlış bir şekilde ne kadar büyük hedef koyduğumu, ama şarkıdan gerçekten çok etkilenmiştim. Zaten bir gün babama “bu şarkıyı bağlamada çalmayı çok isterdim” demiştim, o da ertesi gün eve elinde bir bağlamayla gelmişti “al, çal o zaman” diyerek. Neticede bu 20 senenin sonunda, en azından kendimin hoşuna gidebilecek kadar öğrendim. Tabii bu serüvenin başlangıcı 1992 yılına falan denk geliyor yani evde bilgisayar zenginlerin işi, zaten olsa da 8bit oyunlar oynanıyor. Babam bir kursa götürdü, ortam hiç hoşuma gitmeyince kaydolmak istemedim. Dolayısıyla kendim öğrenme yoluna girdim. Eldeki imkanlardan en çok yararlandığım şey video oldu. Ali Ekber çiçek TV'ye çıktığında kaydediyordum sonra da kasetten eline yaklaştığı zamanlarda durdurup, nereye bastığına, mızrabı nasıl vurduğuna bakıyordum. Kendisinin en önemli ve popüler derlemesi olduğundan her çıktığında çalardı, dolayısıyla değişik açılardan bir sürü kaydım vardı. Hele bir tanesini hiç unutmuyorum, kameraman sağ olsun yakından ellerini çekmişti sık sık epey bir ilerlememi sağlamıştı o kayıt. Notalandırmayı o ara çok az biliyordum, dizgideki her notayı tek tek “do” dan başlayıp sayarak çıkarıyordum. O yüzden, kitaplar falan o kayıtlar kadar çok işe yaramamıştı bende. Daha sonrasında zaten internet sürecinde de gurbetçi vatandaşların forumlara yükledikleri türkü kayıtları bu konuda çok daha fazla işime yaramıştı, çünkü görüntüyü durduğumda videodaki gibi titremiyordu ve arada alakasız çizgiler belirmiyordu. O alakasız çizgiler, ekranın tam ortasına denk gelmeden dondurmak için epey uğraşıyordum, çat çut mekanik sesler eşliğinde geri sar, durdur. Ki “pause” tuşuna basınca “RIDIK DAK DIDIK” diye acayip sesler çıkarıp tıslıyordu falan. Bugünün lokomotifleri bile çok daha sessiz duruyor. Tabi internette bu videolara ulaşmanın öncesinde “internetsiz bilgisayar” dönemi var ki, bugün hayatımı kazanmamı sağlayan şeylerin temelini de o dönemde attım.


Bilgisayarda 3D çizim yapmak:

Eve bilgisayarımızın ilk gelişini yıl olarak değil, bilgisayarın teknolojisi olarak yazarsam kafalarda daha iyi canlanır. Mesela CD-Rom yok, bilgisayara bilgi girişi sadece disket ile yapılıyor. (1.44 MB) Şöyle bilgisayar kataloğundaki gibi, bilgisayarımın konfigürasyonunu yazayım:

 

AMD 133mhz işlemci, 16mb Edo ram, ESS1868 ses kartı, 14 inç ekran, Windows 3.1. O yıllarda bilgisayara oyun veya program vb. yükletmek demek, bilgisayarın kasasını sırtlayıp, otobüse binip bilgisayarcıya gitmek demekti. Çünkü her mahallede yoktu, mahallesinde bilgisayarcı olması ekstra bir şanstı. Oraya gittiğinde o bilgisayarını seri bir şekilde senin bilgisayarına bağlıyordu NT commander ile kopyalıyordu gerekli dosyaları senin bilgisayarına. “Autoexec.bat” dosyasının hayatımızda önemli bir yer ettiği zamanlar. Bu arada o yıllar, benim sürekli araba çizdiğim yıllar, resim hocamızdan bile izni koparmışım, resim dersinde arkadaşlardan sipariş alıp araba çiziyorum falan. Bilgisayar olunca tabi Paint'te çizmenin tadı başka, ama bir derginin arkasında bir reklam gördüm: bilgisayarda filmlerdeki gibi çizilmiş bir araba grafiği (yıl 95 – 96 falan bugün için muhtemelen araba ikonu gibi bir görüntüdür) altında da CAD/CAM (bilgisayarda çizim sistemleri olarak açıklanmış da) yazıyor. Ve adresler var İstanbul, Ankara ve İzmir’den. Çıktım adrese gittim, Alsancak’ta Kıbrıs şehitlerinde limana yakın sokaklardan birinde bir apartmanın 2. Katında bir ofis. Çaldım kapılarını, dedim ben dergide reklamınızı gördüm ve bilgisayarda öyle arabalar çizmek istiyorum. Lise öğrencisi olmama bakmadılar, nasıl bir şey olduğunu, çeşitli programları gösterdiler. (Coreldraw ve Autocad) Bilgisayarıma yükler misiniz? Diye sorduğumda güldüler tabii. Bu programları sattıklarını ve çok pahalı olduğunu o yüzden bana bedavadan yükleyemeyeceklerini söylediler. Bilgisayarcımıza sorduğumda da onda da olmadığını öğrendim ve bilgisayardan anlayan arkadaşlarımı aramaya başladım. Mithatpaşa Meslek Lisesi'nde okuyan bir arkadaşım, Autocad programının okuldaki laboratuvarda olduğunu, bir öğretmenin kullandığını söyledi. Beraber gittik öğretmenden istedik, bana 14 tane disket getirmemi söyledi, 14 disket buldum götürdüm ve başladı kopyalamaya disketlere, videodaki seslere benzer mekanik sesler eşliğinde kopyalamalar bittikçe, disketlerin üzerine sırayla #1, #2… yazıp bana verdi. İlk disketteki setup.exe dosyasını çalıştır, sonra istedikçe sırayla disketleri tak dedi. 11. Diskette hata verdiğinden onun için tekrar gidip kopyalatmam gerekti, ancak neticede bilgisayarıma Autocad de kurulmuş oldu. Paint’e göre çok daha fazla düğme olan bir bu programla epey bir bakıştıktan sonra, sağ üstte Help! Adında bir tuş gördüm. İhtiyacım olan şey tam da buydu diye düşündüm, çünkü rastgele bastığım diğer komutlardan daha bir tanesinin bile nasıl kullanıldığını bulamamıştım. Ve o Help dosyasının, tek tek programın nasıl kullanıldığını, her bir komutun ne işe yaradığını anlattığını fark etmemle birlikte, dev kırmızı Redhouse sözlüğü yanıma koydum, boş bir defter açtım ve A harfindeki ilk komuttan başladım Türkçeye çevire çevire yazmaya. Bu anın 2 yıl sonrasında, her bir köşesinin koordinatlarını fuardan aldığım araba kataloğunun son sayfasındaki ölçüleri gösteren teknik resimlerden (blueprint) cetvelle ölçerek çıkardığım BMW 3 serisini, idare eder bir şekilde modellemiş oldum. Bununla başlayan modelleme sürecimde, iş hayatımın merkezinde de olduğundan dolayı hepsinin toplamı binlerce olacak kadar çok, bina, araba, uçak, lamba, koltuk, tuvalet ıvır zıvır bir sürü şey modelledim, hala da modelliyorum. Tabii bugün teknolojinin geldiği nokta ile birlikte yaptığımız 6 boyutlu BIM modelleri vb. artık zevk için modelleyecek zaman pek yok, hep iş hep iş. Daha fazla reklama girmeden başka bir konuda devam edeyim.

Müzik part 2:

Bateri

Arkadaşlarım bağlama çalıyor olmama şaşırıyorlardı, çünkü sıkı bir metalciyim ortaokuldan beri. Bağlama bir alışkanlık olarak devam ediyordu ve henüz hedefime ulaşamamış olmamın verdiği hırs da bırakmamamın nedenlerinden biriydi. Oysa içimde başka fırtınalar hayaller kopuyordu, dinlediğim metal şarkılarda çoğunlukla bateriye veriyordum kulağımı ve kendimi onu çalarken hayal ediyordum. Ancak tabii ki bateri pahalı olmasıyla birlikte gürültülü olması, çok yer kaplaması vb. derken ulaşması çok çok zor bir şey. Dolayısıyla kendime bir bateri alıp, öğrenebileceğim bir ortamın oluşması için 32 yaşına kadar gelmem gerekti. İmkân olduğunda da yine hemen almadım, önce bir çalabilir miyim diye anlamak için, bir bateri hocası buldum. Ve onunla stüdyoda 2 ders yaptık. Orada elimi ayağımı kontrol edebildiğimi görünce, bir elektronik bateri aldım. Elektronik bateri olunca gürültü ve yer kaplama sorunu da epey azalmış oldu. Bateriye parayı verince, sürekli ders almak biraz pahalı kaçacağından, bunu da kendim öğreneyim dedim. Ve bu sefer internetin imkanlarından tam faydalanmaya başladım. Drumeo, diye bir bateri eğitim web sitesi ve torrent’den indirdiğim Benny Greb’in bateri eğitim DVD si sayesinde öğrenerek, GuitarPRo programında da bateri notalarını yazıp, yavaşlatıp çalışarak vb., bateride hedeflediğim noktaya da kendimi tatmin edecek kadar geldim (Sepultura - Territory) çok da keyif aldığım bir süreç oldu bu da. Müzikten devam edecek olursak:

Gitar

Kızımız olduktan sonra bateri çalma imkânı yeniden zorlaşmaya başladı, akustiğe göre her ne kadar çok az olsa da elektronik pad’lere vurmamla bir gürültü oluşuyordu. Zaman zaman bana da gürültüleri gelen komşularımın rahatsızlığını pek umursamasam da kızım rahatsız olduğunda akan sular da double-kickler de sustu. Müzik konusunda sohbet ettiğim arkadaşlarım çoğunlukla gitar çalıyordu, onların gazıyla ve direkt balık tutmayı öğretir bir hareketle adrese teslim Rocksmith programını önermeleriyle, gidip kendime gitar alıp, Rocksmith yazılımını kurdum ve onda da hedeflediğim seviyeye gelmiş oldum (Death – Crystal mountain)

Piyano

Piyano ile tanışmam ise tıpkı satrancın yeniden alevlenmesi gibi, kızımın öğrenmesi isteğimle oldu. 4 ay boyunca kursa gidip, hocasının da yeteneği konusunda yeterli onayı vermesiyle eve piyano almış olduk. Onda da Youtube’dan derslerin yanı sıra, Synthesia isimli programı kullanarak hedefim olan “Türk marşı”na doğru adım adım ilerliyorum (zor kısımları hallettim), her bir adımda öğrendiğim eser de ayrı bir zevk veriyor. 

Oyun oluşturma, Arduino vb. gibi kodlama konularında ise Youtube’da çok çok güzel detaylı dersler mevcut. Ayrıca Github gibi, kodlama konusuna odaklı yerlerdeki forumlar çok iyi çalışıyor, sorunuza anında cevap bulabiliyorsunuz. Bu konudaki hedeflerime de test aşamalarında ulaştım ancak, şimdilik beklemede tutuyorum.

Toparlamak için; sevdiğiniz zevk aldığınız konularda kafanız en azından 1500 olsun, biraz daha derinine inince konuların, biraz da kendiniz bir şeyler ortaya çıkınca hayatınız hem daha keyifli oluyor hem de yaşamın muhakkak getireceği olumsuz şeylerden kaçacak bir alan oluşuyor. Hem 1500’le kalmayıp daha da ileri gitmeyeceğiniz, hayatınızı daha iyi hale getirmeyeceğiniz ne malum?