Ünlü Fransız sosyolog Le Bon; kalabalık bir grup insanın davranışlarının, tek başlarına olduklarından daha hamasi, kaba ve ilkel ve yıkıcı olduğunu düşünür. Bu bireyler normal yaşantılarında ne kadar farklı olursa olsunlar kitleleşme sonucu başka bir kolektif ruha bürünüp kendi tutumlarından farklı bir tutumla düşünüp hissederler. Le Bon, bunun 3 aşaması olduğunu söyler. Bunlardan birincisi ‘’anonim olmak’’. Kitle içinde insanların birer sözcüsü olduğunu varsayarak kendilerini direkt sorumlu hissetmezler. İkincisi ‘’bulaşma’’. Bu aşamada ise fikirlerin hipnoz etkisiyle kolayca yayılmasından bahsedilir. Üçüncü aşama ‘’telkine yatkınlık'’ta ise bir olgunun aşılanmasının artık tek başına olduğundaki gibi zorlukla değil daha kolay olacağından bahseder. Buna ulaşınca ise insanların bilinçlerini kısmen yitirip sosyal etkiye açık hale geldiği için tehlikeli, faşist, şiddet yüklü olabileceklerini söyler.

Kitle psikolojisinin, belki de biraz daha küçük yaş grubuna sahip olduğu için kolay bir şekilde manipüle edileceği yerler okullardır. Bu yazımda 4 farklı filmden okuldaki kitle psikolojisine yönelik tutumlardan bahsedeceğim. Birinci filmimiz Thomas Vinterberg’ün yönettiği Danimarka’nın bir kasabasında geçen ’’Onur Savaşı’’, (Danca: Jagten) 2012 yapımı dram filmidir. Başrolde Mads Mikkelsen’in yer aldığı filmde, bir kasabada anaokulu öğretmenliği yapan ve öğrencileriyle iyi anlaşan bir öğretmenin, küçük bir kızın onu çok sevdiği için kıskanıp kızarak üzerine attığı cinsel istismar iftirası sonrası yaşadıkları anlatılır.

Lucas, saygıdeğer ve sevilen bir öğretmendir. Klara ise onun en yakın arkadaşının kızı ve aynı zamanda okuldan öğrencisidir. Klara’ya abisi bir gün pornografik bir fotoğraf gösterir ve bu Klara’nın aklına kazınır. Lucas ile Klara çok iyi anlaşmaktadır. Lucas, köpeği ve Klara neredeyse her gün okula gidip gelirler. Bir gün Klara Lucas’a kızar ve okul müdürüne cinsel istismarla ilgili bir şeyler söyler. Sonradan pişman olup önceden söylediklerinin yalan olduğunu söylese de okula çağırılan psikolojik danışman dâhil herkes Klara’nın ilk söylediklerine odaklanıp küçük kızı manipüle eder ve yalanını devam ettirmesini sağlar.

Filmde dikkat çeken kısım ise küçük kızın iftirayı attıktan sonra ailesine birçok kez kızdığı için yaptığını söylemesine rağmen kimsenin ona inanmaması ve Lucas’a başka iftiralarda bulunulmasıdır. Kasaba halkı galeyana gelip Lucas’ın evinin camına taş atar, köpeğini öldürürler, markete girdiğinde ona saldırırlar. Ve bunları kesin olmayan kanıtlar üzerine ve birkaç detayın aslında Lucas’ın yapmadığını gösterdiğini bilerek yaparlar. İşte burada kitle psikolojisi devreye girmiştir artık. Sorgulayıp gerçeği öğrenmek yerine kitleye uyup şiddet yanlısı olmuşlardır. Bunu, hapse giren Lucas’ın suçsuzluğu kanıtlanıp hapisten çıktığı halde bir av sırasında hâlâ onu öldürmeye çalışan bir kasabalının varlığından anlarız.



İkinci filmimiz, yönetmenliğini Dennis Gansel’in üstlendiği 2008 yapımı ‘’Tehlikeli Oyun’’ (Almanca: Die Welle) Alman filmidir. Konusunu California’da bir okulda geçen gerçek bir olaydan alan film aslında Dalga (The Wave) adlı romandan uyarlanmıştır. Filmin konusu ise sosyal bir deneye dayanmaktadır.

         Bu deney, bir okulda başlayıp kısa sürede etkisini tüm şehirde göstermiştir. Okulun sevilen öğretmeni Rainer Wenger, (Jürgen Vogel) seçmeli derste anlatması gereken ‘’otokrasi’’ konusunu öğrencilerine ‘’sosyal deney’’ üzerinden işlemek ister. Öncelikle öğrencilerine aynı renk giymelerini, kendilerine bir isim bulmalarını ardından gruplarına amblem bulmalarını ve birlikte bir selam şekli geliştirmelerini ister. Böylelikle öğrencilerde kitle kültürünü, gruba bağlı kalmayı, savundukları ideolojilerini ve temsil ettiğini düşündüğü grubu kendi bireyselliklerinin önüne geçirmeyi öğrenirler.                                                                        

        İşler bu şekilde ilerliyorken çığırından çıkıp bunun da sonucunda grup dışında kalanları zorbalamaya, grupta silah kullanmaya, vandallığa varacak hareketler yapmaya, (örneğin belediye binasını boyamaları gibi) gruptakileri diğerlerinden üstün görmeye başlamışlardır. Bunun farkında olan birkaç öğrenci tarafından öğretmen ve gruptaki öğrenciler birçok kez uyarılsa da bu uyarılar görmezden gelinip yola bu şekilde devam edilmiştir. Ancak Mr. Wenger, olayların gidişatının iyi olmadığının farkına varıp, tüm sınıfı toplayıp artık bu ‘’deney’’in sona ermesi gerektiğini söyleyince aralarındaki en partizan ve kitle psikolojisinden etkilenen karakter Tim; (Frederick Lau) bu ‘’dalga’’ hareketinin hayatının anlamı olduğunu ve onsuz bir hiç olacağını söyleyerek kafasına ateş ederek intihar eder.

     Bu olay sonrasında öğretmen ve öğrenciler, birbirini etkileyip yazının başında saydığım üç aşamayı birden geçerek nasıl faşizan, yıkıcı ve ilkel olduklarını, bir ‘’deney’’ üzerinden kendi fikirlerinden sıyrılıp kitleye kolayca ayak uydurduklarını görmüşlerdir ancak bu bir insanın hayatına mâl olmuştur.






Üçüncü film ise 2023 yapımı ve Oscar Ödüllerinde en iyi film kategorisinde aday gösterilen, yönetmenliğini İlker Çatak’ın üstlendiği Alman dram filmi ‘’Öğretmenler Odası’’ (Almanca: Das Lehrerzimmer).

 Film, Oscar yanı sıra başka festivallerde ve akademilerde de aday gösterilmiş ve eleştirmenlerden olumlu dönüşler almıştır.

   Filmin ana konusu olan ‘’ırkçılık’’ ve ‘’önyargı’’ gibi kavramlardan ziyade ben ‘’kitle psikolojisi’’ üzerinde duracağım. Filmin başrol oyuncusu Carla Nowak (Leonie Benesch) Almanya’da bir okulda matematik ve beden eğitimi öğretmeni olarak çalışmaktadır. Her şey, okulda hırsızlık olayı ile başlar. Öğretmenler öğrencilere, bu olayı kimin yapmış olabileceğini sorarlar ve öğrenciler ‘’Ali’’ adında göçmen bir öğrencinin adını verirler. Öğretmenler Ali’nin ailesini okula çağırırlar ve ailesi hiç ummadıkları bir tepki ile öğretmenleri ‘’ırkçı’’ olmakla suçlar. Çünkü Ali’ye para veren kendi ailesidir ve neden Alman kökenli bir çocuğu değil de göçmen bir çocuğu suçlamak akıllarına geldiğini sorgular. Tüm bunlar yaşanırken Carla, öğretmenler odasında kamerasını açık unutur ve sonradan izlediğinde gömlek giymiş bir kadının parasını çaldığını görür. Okulda aynı gömleği giymiş olan, sınıftaki öğrencisi Oskar’ın annesi Ms. Kuhn (Eva Löbau) vardır. Carla ne yapacağını bilememekle birlikte idari personel olan Kuhn’u uyarmaya çalışır, ardından onu okul müdiresine şikayet eder.


               Yönetmen bize filmde hırsızlığın kimin yaptığını hiçbir zaman göstermez ve film boyunca merakla birlikte psikolojik savaş içine sürükler. Bu noktadan itibaren Carla’nın kendisiyle ve okulla savaşı başlamıştır. Çünkü Ms. Kuhn, üzerine atılan bu iftirayı kabullenemez ve kendisine iftira atıldığını bir şekilde tüm okula bildirir. Kitlenin Carla karşısında güçlü olduğu bir dönem başlamıştır artık. Veli toplantılarında, okul gazetesi röportajlarında Carla’nın cevap veremeyeceğini düşündükleri sorular sorarak ve çeşitli manipülasyonlar yaparak onu çileden çıkartırlar. Kitle ezici gücüyle Carla’nın üzerindedir, Carla’nın dediklerine kulak asmadan bildiklerini okumaya devam ederler. Kendini ifade etmeye çalışsa da birine iftira atmak veya ön yargılı davranmak, gizli bir şekilde kamera kaydı almak gibi suçlamalar karşısında çıldıracak noktaya gelir. En büyük darbe ise sevdiği öğrencisi olan Oskar’dan gelir. Oskar, annesinin suçsuz olduğuna inandığı için öğretmeninin neden annesini suçladığını anlayamaz ve onu affedemez. Bu yüzden sınıftaki arkadaşlarıyla birlikte planlar yaparak Carla’yı üzmeyi başarır. Carla, her şeye rağmen bu olayı kendi lehine çevirir ancak yönetmen filmin ucunu açık bırakarak aslında bize bir ‘’olay’’ değil, ‘’durum’’ anlatmaya çalışır.





Sonuncu filmimiz ise yine bir Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi olan 2023 yapımı ‘’Kuru Otlar Üstüne’’dir. Film, Erzurum’da öğretmenlik yapan Samet (Deniz Celiloğlu) karakteri üzerinden gelişir. Samet karakteri ülkesi adına bir şeyler yapmak istemeyen, yorgun bir yarı-aydın tipini sergilemektedir. Filmdeki kadın karakter olan Nuray, (Merve Dizdar) Samet’in eleştiren ancak çare bulmayan, karamsar hâlini beğenmez ve filmde öne çıkan yemek masası sahnesiyle ona karşı çıkar. Birçok izleyici bu karakterin iyi mi kötü mü olduğuna karar vermemiştir. Nuri Bilge Ceylan, daha önceki filmlerinde olduğu gibi bu filminde de Anadolu’yu bir pitoresk (resmedilmeye uygun, estetik zevk uyandıran) olarak görmüş ancak Anadolu’nun düşünce anlayışını Samet Öğretmen üzerinden eleştirmiştir.


Anadolu’nun yeniliklere kapalı bakış açısını ve sonrasında birbirini etkileyip kendilerinden farklı ve yabancı olana karşı olan tutumunu Türk sinemasında ve hatta yıllar boyu işlenen konu olarak Türk edebiyatında gördük. Türk aydınları tarafından Anadolu uzaklaştırılmış ve hor görülmüş ama sonunda tamamen yoz bir kültür olarak aydına karşı yerini almıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Ali gibi yazarlar eserlerinde ve yazılarında buna değinirken Türk sinemasında da Kurak Günler (2022, Emin Alper) ve Karanlık Gece (2023, Özcan Alper) gibi filmlerde de Anadolu’nun kitle psikolojisinin ne kadar yıkıcı ve korkunç olabileceğini görmüş olduk. İşte ‘’Kuru Otlar Üstüne’’ filminde de tam olarak kitle kültürünün Anadolu okulunda nasıl ilerleyebileceğini de görürüz. Samet Öğretmen’e platonik aşk besleyen öğrencisi Sevim,(Ece Bağcı) sonunda ona kızarak ondan intikam almaya çalışır ve bunu ‘’kitle’’yi devreye sokarak yapar. Samet Öğretmen de bu şekilde öğretmenler ve öğrenciler tarafından mobbinge maruz kalır ve kitlenin o yıkıcı yönünü görmüş olur.