Okur ve yazar arasındaki ince çizgi metnin ne tarafında durduğunuz ile ilgilidir. Bazı okurlar hikayenin tam ortasında kendini görürken, kimileri ise metnin tam karşısında belirir. Yazılmış bir eseri sindirmeye çalışırken okuyucu kendinden bir parçayı görmeye çok heveslidir. Bunun sebebi kurgusal dünyanın kapısının eşiğinde bir yer etme ihtiyacıdır. Tiyatro oyunlarında seyirci özellikle bir tür melodrama görmeyi ister. Bugünlerde ağlayan oyuncuların daha çok dikkat çektiği düşünülmesi aslında koca bir saçmalıktır. Gerçek oyuncu hikayeyi aktarırken tek bir damla yaş bile dökmemelidir. Bu metnin duygusal bütünlüğüne zarar vermez. Aksine ağlamak oyuncu ve oyun için bir kaçış yoludur. Tıpkı gerçek hayatta duygularımızdan kaçmak isteyince ağlamamız gibi. Ağlamak tiyatronun zayıflığını gösterir. Metin kendi anlatmak istediği acı ultimatomunu eylemsel değil hislerle uyandırmalıdır. Bu Lorca, Shakespeare ya da Cocteau oynamaya benzemeyen bir durumdur. Dramatürji aslında kendini oyunlardaki bir trajedi olarak değil, karakterin derinliği göz önüne alınarak ortaya konulmalıdır. Dinamik ve mizahi bir karakter yazmak isterseniz ona bir amaç yüklemeniz gerekir ya da melankolik bir karakterde onu dibe çekecek kusuru yaratmalısınız. Şüphesiz ki okur her zaman beklentilerini merdivene dayamış esere yukarıdan bakmaktadır. Onları tatmin etmek için metninizi bükmek bir iki yüzlülüktür.