çöker dikiş atılan açığın üstüne bir sis gibi, dağlanmış blues

yarım kalan yüzünde titrek bir ''ama'' çağrısı, dudağının kesik yanında

törpülenmiş kıyıda yalınayak, kıvrılmış kenar boyunca delta gövdesine ölmeden

askıda duran alelade bir soğuğu giymişse de kordur içi

çöken sis ve ardından sağanakta sönmez bu ilaçladıkları

suallerin manası yok, yerde göz, yerde baş, yerde insan

saymaz gidilen uzağı, öylece bir jilet gibi geçer bir yerden

kanaya kanaya, kan ağlaya ağlaya

orada olmayacaktır bu denli çekmese bir şeyin kıyısı, bir toprağın uzağı ve delta

içindeki iklim, karakış, bu ayaz, gözlerinde çiy ve beton flu

bürüdü tütünü


kök, bağ, salkım salkım inanmayla

ilk defa çıkarılan eldivenle ölü bir tene dokunmayla

buğuya çizilen bir harfin akışını tutmayla

nasihatlere kulak asıp, o olmak istemekle

bacağı kırık atı tek kurşunla vurmakla, acısını dindirmekle

o tahta tanrıya olan inançla, tahta ve çürük inançla

blöf yapılan ölüm arzusuyla, sonrasında evrilip gerçek olanla

evlenip gidecek mi yine, ah kalbim

dünya senin evin değildi, nedendir buradasın burada olamamakla

mütevazı ve nazik başlayıp, hırçın bitirmekle

dikiş atılan yaranın üstünde bluesla

ölen annemin kefeninin bir parçasıyla

karanlıklara oturup, karanlıklarda siyaha çalarken

masaya söylediğin ağıt ile, masada öylece duran sararmış bir fotoğraf ile sararıp solarken

sararıp ölecekken öleyazmış kalınca

blöfte kalınca bağ, kök

salkım salkım inançla

ölmemiş gibi okunan bir ilahi kitapla, tahta puta sığınmayla

bir vedayla karşılaştı

kurşunun nerden geldiğini anlamadı, anlasa da gizlenmezdi

öylece bir kıyıya uzandı, kanı kıyıya aktı

akan kan ile denizin dalgası durdu

siyaha çaldı

blues siyah çaldı


çöker üzerine insanın veda denilen illetle kanser,

çöker insanın içindeki yıkımla tahta put

bürüdün gözümü tütünle, bürüdün gözümü ölümle

masadaki ağıt ile bürüdün iliklediğim gözümü

bekleyiş ile bürüdün

bir tabutun altında bir ölüyü mezarına taşırken bıraktın beni

işte o an mezar ile bürüdün

mezara kabul edilmemeyle