Ellerimde bir kalem var. Sonu görünür bir yolu gözler gibi durgun, her an yitip gidecekmiş gibi eğreti.


Güçlükle satırlara denk getirdiğim kalemin ucu hiçbir açık hevesi barındırmadan yalnızca bir nokta bırakıp duraksadı kağıdın beyazlığında. Söyleyecek hiçbir şeyi yoktu demek ki. Bütün kelimeler ve cümleler toparlanmıştı sanki kalemin ucuna da, o yalnızca nokta koymuştu usançla. Parmaklarım kalemin ağır gövdesini taşıyamayacak kadar ruhsuz ve acizken, aynı acizliği yalnızca bir bekleyişle satırları izleyen kalemde de hissediyordum. Çok geçmedi. Kalem harap bir iç çekişle yalnızca siyah bir noktaya ev sahipliği yapan kağıdın beyazlığına çekildi. Yıkıldığı satır aralarına tıpkı bir ceset gibi gömüldü sanki. Bütün satır çizgileri onu sardı, sarmaladı ve nefesini kesti. Can havli içindeyken bile sesi çıkmadan ölgün bir sessizlikle bekleyişini sürdürdü. Az önce koyduğu noktayla göz göze gelince, sanki onu ilk kez görüyor gibi şaşkınlık içinde kaldı. Ne olmuştu? Yalnızca siyah bir nokta ona ne düşündürmüştü?


Ölüm, diye fısıldadım önümdeki masayı ileriye iterken. Kalem hala aynı giz dolu bakışla noktayı gözlüyordu.

Ölmek, dedim bu kez sesim daha yüksek çıkarken. Ölmek istiyorum.


Elime bir kez daha kalem alamayacak kadar ölüme yeminliydim. Ölümün içimdeki bu yorgun yaşamak arzusunu ve telaşını bir çırpıda söküp alabileceğini bilseydim, ölüme tapardım.

Yine de ölüm, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz derin bir anlamlar uçurumu bana göre.


Yaşamak, yazmaktı ömrüm için. Şimdi yazmanın yaşamaktan da zor olduğunu hatta artık imkansız olduğunu düşünüyorum. Kelimeler yitip gitmişti uzağıma. Kalemim düştüğü yerden kalkamayacak kadar yorgun ve ümitsizdi.


Ölümü düşünüyordu o da benim gibi. Ölmek de yaşamak kadar gayret ister miydi?

Bütün gayretlerimi toplasam, sırf ölmek için onları bir araya getirsem bu içimdeki yaşamak sancısını söküp alabilir miydi ölüm?


Ölüm, dedim yeniden fısıldayışla. Keşke bu kadar meçhul olmasaydın.

Sonu gözükmeyen bir yolun içinde cesurca yürüyebilir miydim? Sırf kalemim düştü diye ben de düşmeli miydim? Ölümü bilmeden ölüme yürümeli miydim?


Başımı iki yana salladım. Kalem hala aynı noktada, aynı acınası haliyle duruyordu. Çaresiz görünüyordu.

Ölüm de çaresizlikten başka bir şey değil midir zaten? Duran da düşen de koşan da aynı yola yürüyor mu zaten?

Bütün farklı yolların en sonunda ölümle bir araya gelecek olması; bütün engebelerin, düzlüklerin en sonunda bir noktada toplanacak olması çaresizlik değil midir zaten?


Yine de bütün gizemli kimliğiyle ve hazin sonuyla ölümü istiyordum işte. Hiçbir ihtimal ya da hiçbir tesadüf ölüm kadar kurtarıcı gelmiyordu bitkinliğime.

Herkesin kaçıp gittiği ve düşünmek dahi istemediği o gerçeklik şimdi bütün ihtişamıyla gözlerimin önünde büyüyor, bana yaşamanın da ölmenin de aynı çizgide birleştiğini öğretiyordu.

Her şeyi anlıyordum da, varlığımın son istenciyle ölüme yürürken bile arkasına bakacak olduğu gerçeğini anlayamıyordum.


İyi yaşamak, dedim gözlerim kalemdeyken. İyi yaşamak, yürüken arkana bakmamaktır.

Önümü göremiyordum. Ölümü isterken bile arkama dönüyor ve bütün boşa gitmiş zamanımı gözlüyordum.


Başımı iki yana salladım yeniden. Ölümü istemiyordum. Yalnızca geçen zamanı arzuluyordum.

İmkansız, dedim. Geçen zaman ulaşılmaz, ölüm ellerimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın bana.

Ölüme kucak açabilir miydim? Yoksa hiçbir sığınacak limanı olmayan dipsiz bir okyanus muydu ölüm? Ben yaşama savaş açarken ölüm bana katlanır mıydı? Ölüm de beni yaşam kadar dışlar mıydı?


Geriye dönmek, imkansız. İleriye bakmak daha da imkansız. Bütün bu yitirmişliğin koynunda durup beklerken tıpkı kalemim gibi ben de o siyah küçük noktayı izliyordum.


Bir karar aşamasında değilim. Bir karar verecek kadar yaşamın içinde hissetmiyorum kendimi. Farkına vardığım gerçek bu, ben geçip giden zamanın ve yaşamak telaşesinin ortasında dikilen sessiz bir kızım. Aynı zamanda kararsız, bir yandan düşünceli, bir yandan umutluyken öbür yandan bıkkın ve karamsar.


Yine de kalemim baktığı yerden vazgeçsin diye bekliyorum. O siyah nokta yok olmayacak. O siyah nokta bir gün beni de içine çekip daha da küçülecek. Ama yine de kalksın isterdim kalemim, gövdesi her an savrulup yıkılacakmış gibi değil de bütün rüzgarlara meydan okur gibi dikilsin isterdim bütün yaşanmamışlıklara rağmen. Ölüme olan arzusuna rağmen yine de yaşamanın yanına kâr kaldığını düşünmesini isterdim.


İşte beyaz bir kağıt, siyah küçük bir nokta. Bütün şeffaflığı kusurlu kılan küçücük bir detay, ölümün yaşama ne kadar yakın olduğunu hatırlatıyor bana.


Şimdi yazmak, ölüme meydan okumak gibi. Şimdi yazmak her şeye rağmen devam etmekle ilgili. Şimdi yazmak; bütün kaygılara, yorgunluğa ve ümitsizliğe karşın yine de yazmak, yeniden doğmak gibi. Yazmak o küçük siyah noktanın tesirini kaybetmesi, artık eskisi kadar görünür olmamasıyla ilgili. 


Kalemim oradaydı, hala aynı noktaya bakıyordu, bense uzanıp onu yeniden kavradığımda siyah nokta orada değildi. Kalemim çoktan o siyah noktanın arkasını doldurmaya başlamıştı.