Araştırma hastanesinin 1. Katında öğrendim şükretmeyi. Beyaz duvarların kirinde boğulup, siyah gözlerden akan yaşlarıyla dirildim; uzun, tatsız ve pis kokan hastane koridorlarında. İki kapı ardından çıkacak beyaz önlüklünün, dudaklarından dökülecek tek bir kelimenin çaresizliğini bekledim. Penceresiz karanlıklarda hissettim zamanın belirsiz akışını, görmek istedim güneşin doğuşunu diz çökmüş dev gibi adamların ağlamaklı yüzlerinde. Tanıklık ettim kısacık hayat denen şu devriâleme...


Yeniden doğmak, hayatıma anlam katmak istedim umursamaz tavırlarla. Gelecekteki geçmişime seslendim bugün; soğuk, renksiz ve rahatsız edici hastane koltuklarında. Hiçliği düşündüm amansızca; yok olmayı, son bulmayı, kara toprakla buluşmayı düşledim kulaklarımı tırmalayan sahipsiz acı feryatlarla. İki kapının açılışına şahitlik ettim sonra, nefes almanın ne kadar zor, yutkunmanın ne demek olduğunu daha iyi anladım şimdi. Sessizliğin çığlığını duymak üzereyken, kelimelerin beyaz önlüklünün boğazından düğümlenişini, feryatların sahibiyle buluşmasını gördüm. Dünyalarından bir parçalarının kopup diz çöken dev gibi adamların yerle bir oluşunu seyrettim. Ağlamaktan kuruyan göz pınarlarından damla damla akan yaşların soğuk mermerle buluşmasını işittim.


Hayat filminin sonundaki siyahlık kapladı her tarafı, yapılacak her şey belliydi aslında; ama ardı arkası kesilmiyordu ağlamaları, tesellilerin... Telaşın başladığı zaman, bir köşeye çekilip sevmek istedim son bir kez olsun kırdığım tüm insanları. Öpmek istedim kendimi, ay ışıltısıyla parlayan gecenin karanlığında. Şükretmek istedim tam da kesmişken ümidimi yaşamla, 21 yaşındayken isyan ederken hayatıma, ellerimi kaldırmadan son bir kez olsun söylemek istedim kalbimle acizliğimi yaratıcıya.


Şükretmeyi öğrendiğim araştırma hastanesinin 1. katında...