Hasan Sabbah’ın dostu, İranlı bilim adamı.
Bir de şiirlerinden hareketle Hayyam’ın şaraba düşkün, sarhoş bir kişi olduğu yolunda bir düşünce geliştirmek istenmişse de şairlerin, özellikle de sûfî eğilimli olanların kullandıkları içkiyle ilgili kelimelerin tamamen sembolik anlam taşıdığı bilinen bir husustur. Nitekim klasik Türk edebiyatında, divan edebiyatında şaraba karşı tavrı ve aynı zamanda dindarlığı ile bilinen birçok şair vardır; Fuzûli, Bâki, Fehîm-i Kadîm gibi.
Mesela Fuzuli’nin meyhaneye gidip aşkından deli olana kadar şarap içtiğini edebiyat derslerimizde duyarız. Ama meyhane o bizim bildiğimiz türden değil ibadethane olarak tanımlayabilir, şarabı da Allah aşkını dile getirmek için yapılan tasavvufi şiirler olarak görebiliriz.
Örnek olarak uygun bulduğum Fehim-i Kadim’in bir gazeli ile olayı açıklayabilirim:
cevher-i âyîne-i sırr-ı dü-„âlemdür şarâb
âfitâb-ı feyz-bahş-ı cân-ı âdemdür şarâb
“şarap, iki âlemin sırrının aynasının cevheri,
insanın canına feyz bahşeden güneştir.”
Beyitte şarap iki âlemin sırrını taşıyan, onu yansıtan aynanın cevheri, özü olarak tavsif edilmektedir. Burada iki âlem ibaresi ilk bakışta dünya ve ahiret gibi iki farklı yaşam alanına işaret ediyor gözükmektedir. Ancak “ayine” kavramı ve ikinci mısrada yer alan “feyz” kelimesi anlam alanını dünya ve ahiret hayatı olgusundan alarak iki farklı varlık mertebesine uzanan bir çağrışım noktasına götürmektedir. Tasavvuf ıstılahında ayna, Hakk'a ait tecelli suretlerinin ya da diğer bir ifadeyle sonsuz sayıdaki varlık formlarının görüntü düzeyini temsil eden önemli bir metafor olarak karşımıza çıkmaktadır.
Varlığı mutlak ve izafi olmak üzere iki ana kategoride ele alacak olursak izafi varlık mutlak varlığın âlem aynasındaki yansımasından ibaret olacaktır. Burada aynanın cevheri veya özü olarak tanımlanan şarap muhabbet olgusunu hatıra getirmektedir. Bundan mütevellit Hayyam’ı sûfî bağlamında ele alıp onu bir aşk şairi olarak görür, şiirlerinde çokça kullandığı şarap ve şarapla ilgili kavramlara tasavvufî anlamlar yükler. Bu sebeple Hayyam’ı melâmî meşrep bir şair diye kabul edip şiirlerini buna göre yorumlamak gerekir. Aksi takdirde yazdıkları gözümüzde aşktan deliye dönmüş Mecnun’un Leyla'sına yazdığı şiirlerden öteye gitmez.
Mecnun'un da bir müddet sonra Leyla'yı bırakıp ilahi aşka yönelmesi olayı da var tabii, o da başka bir başlıkta tartışılır.