Ben seçmedim buralara gelmeyi,
rahme düşmeye karar veren ben değildim.
Ben istemedim böyle olsun,
ben istemedim uykularım bölünsün.
Yaşımın getirileri mi bunlar
yoksa majör depresyon hayatımın aşkı mı,
bilmiyorum.
Ölüm korkusu mu tutuyor acaba beni hayatta,
yoksa ölememe korkusu mu?
Bilinmezliklerle savaşıyorum,
varoluşumla,
varoluşlarınızla.
Bir türlü bitiremedim bu savaşı,
bir türlü öldüremedim karşı tarafı.
Atom bombaları ve mermiler uçuşuyor
kaburgamın ardında,
her bir hücrem kanserden ve toksinlerden
besleniyor.
Üçüncü Dünya Savaşı'nı ben, "ben"le yapıyorum.
Ne ben ne de "ben" galip geliyor,
ikimiz de mağlubuz,
ikimizin de kafatasları delik deşik.
Tahtakurularıyla cebelleşiyorum
sekiz dokuz aydır,
kafamın içinde fikir kalmadı
tahtakuruları bir türlü doymadı.
O güneşli günler gelecek mi,
biz o göbekten döneceğiz mi?
Ben gidebilecek miyim buralardan,
rahata kavuşacak mısınız her biriniz?
Annemler ilk evlendiğinde almışlar bu yatağı,
bir iki sene evvel değiştirdik döşeği
ama
sırtıma batıyor yirmi beş senenin acısı.
Ki annemle babam aşıklar,
yine de batıyor fakirliğin acısı.
Ailede var bel fıtığı,
birkaç seneye benimki de çıkar ortaya sanırım,
bir iki operasyon, bol ilaç.
Alışık olmadığım şeyler değil.
Berbat kavisli bir yoldayım,
tümsekler bitmek bilmiyor,
yan şeritteki arabalar yavaşlamıyor,
kafam bulanıyor,
yok olamıyorum.
Oysa neler vermezdim tam şu an
anın şu saniyesinde
yok olabilmek için!
Çünkü
sanırım benimkisi ölememe korkusu.
Ölmeden ölümümle yüzleşme korkusu.
Senede bir kendimi öldürmeye çalışıyorum,
dört yıldır hayattayım,
dört yıldır kurtulamadım,
dört yıl
dört yıl
d
ö
r
t
y
ı
l.
...
Kafamı nasıl ayırabilirim bedenimden,
sigarayı nasıl azaltabilirim?
Tahtakuruları yedi bitirdi beni,
ruhumu,
bana ait olan tek şeyi
"ben"i.
Yine de yok olamıyorum,
sanki evren bana inat etmiş de
inadına var ediyor beni gibi.
İnadına var oluyorum
ve çok dokunuyor bu varoluş
benim çocuk ruhuma.
Kirli,
pasaklı
çocuk
ruhuma.
Kirlenmek güzel mi sahiden anne,
yoksa kandırdılar mı bizi üzülmeyelim diye?
Çünkü kaç saat kalırsam kalayım banyoda,
hangi sabunu kullanırsam kullanayım,
sen ne kadar keselersen kesele sırtımı
bir türlü kurtulamıyorum kirden.
Romantize ettikleri bu kir
benim sonum olacak anne,
evladının sonu kendi ellerinden olacak.
Kirli olmak güzel değil anne,
kirliyken mutlu değil "ben".
Kütlelerden ve rakamlardan ölesiye
nefret ediyorum,
sebebi sensin anne.
Ama ben affediyorum seni,
rakamları
ve kütleleri.
Çünkü gitmeden tamamlanmalı bazı şeyler,
konuşulmalı bazı konular,
affedilmeli anneler
ve sarmalanmalı çocuklar.
Ve de, anne
edilmeli bazı vedalar.
Zor olacak, gözyaşları dökülecek
ama
edilecek
o
vedalar.
Çünkü ben veda edemedim Yusuf'a,
çocukluğuma,
on ikisinde evlendirilen o kadına,
kendime.
O yüzden edilecek vedalar,
ne kadar zorlu olursa olsun
sarılacağım size anne.
Sarılacağım size çocuklar.
Sarılacağım.
Sarmalayacağım.
Son kez öpeceğim belki omzunuzdan,
gerisi size kalmış.
Belki de şaşırtırım sizi,
çok mutluymuşçasına dans ederim
yolun ortasında.
Çünkü yaşamak denen zırvalığın esası
kendini kandırabilmekte,
kendini duvarlardan duvarlara vurabilmekte.