Masalların içinden çıkmışçasına mutlu olan bir ruh taşıyorum içimde. Yirmili yaşlarının başında, dünyayı karanlıktan başka bir şekilde göremeyen, saçları Rapunzel gibi bir kadınım. İçimin yeşil ormanlarında kan kırmızısına boyanmış bir ejderha büyütüyorum. Ben, sevimli görünen o canavarı büyüttükçe içimdeki bütün hayvanlar ateşinden muzdarip olup, durmaksızın şikâyet ediyorlar onu. Sen ki ejderha bütün güzellikleri yakıyorsun ve ben, yaşadıklarından akıllanmayan birisi olarak katilime merhamet besliyorum. İçimin ormanlarında doğan bütün nehirler, doğası gereği aşağı doğru akıp denizine kavuşuyor. Yirmili yaşlarında yüzyıllık acı çeken bir kadınım ben, sana kavuşamıyorum.
Konuşmak için uğraştığım her an, kısa bir süreli sessizliğe kavuştuğunda aklıma düşüyor ve yüreğime konan bir ateş kelebeği gibi içimi acıtıyorsun. Sensizlikten mi yoksa senden dolayı mıdır bilinmez içim dışım durmaksızın yanıyor. Dünya var olduğundan beri aşk ateşinin içine düşen herkes gibi ben de yanıyorum. Evet, doğru duydun. Yanıyorum! Ölümüne bir adım kalmış bir tanrıça gibi acılar içinde kıvranıyorum.
İnsanın tüylerinin ürpermesine neden olan ölüm soğukluğu bile yok etmiyor içimdeki ateşi. Bir cehennem zebanisi gibi yüreğime işleyen sen, acılar içinde kıvranmam için ateşi daha da körüklüyorsun. Ne düşmanlık kalıyor ateşin içinde ne de pişmanlık. Ateşin içine düştüğün zaman düşündüğün tek şey ateş oluyor ama sen bunu bilmiyorsun. Sen, yakmaktan zevk alan bir katil gibi yaşamına kahkahalarla devam ederken ben, göklerden bir bardak su göndermesi için Tanrı’ya dua ediyorum. Doğduğum gün acılar içinde kıvranan annem gibi gözlerim göklerden gelecek bir yardımı arıyor ancak sen bir adım dahi atmıyorsun. Sana kızmıyorum Tanrım, anladım ki sen beni sevmiyorsun.
Binbir zorlukla ördüğüm kalp hırkasını senden dolayı çıkardım ve yokluğunun ateşi yüzünden üşüyorum. Şehir sakinlerinin terk ettiği bir lunapark gibiyim bu günlerde. Işıklarım hâlâ açık ve karanlığın uysal sessizliğini bölen müzik, kimse duymasa da çalmaya devam ediyor. Görünen o ki karanlık mahallelerin, içi boşaltılmış evlerine sunduğum ışıklandırma servisi bile işe yaramıyor. Her yer ana rahmi kadar karanlık ve bir o kadar da sıcak. On bin gündüz yaşamış bir derviş hırkası kadar yıpranmış bir hâldeyim ve beni giymeye cesaret edecek bir hakikat arayıcısı yok. En büyük hakikat sensin diye bağırıyorum göklere doğru. Tanrı bağrışmalarıma cevap vermeyecek kadar küstah. Acı çekmemi izlemek onun hoşuna gidiyor diye düşünmeden edemiyorum. Ben sadece bir insanım ve aşamadığım, üstesinden gelemediğim konular yüzünden her gün biraz daha yerin dibine batıyorum.
Ben bir kadınım ve kadınlığımdan dolayı daha da fazla kırılıyorum. Dünya bütün oyunlarını benim üzerine oynarken ayakta kalmak için daha da fazla mücadele vermem gerektiğini bilmek canımı acıtıyor. Kendime olan güvenimi, yeryüzünün en büyük dağlarına yüklesem paramparça olacaklarını biliyorum ve bu acınası hâlimle bütün dünyaya karşı savaşıyorum. Her şeyi kabullenecek kadar güçlü olsam da sana giden yollarda sana karşı gelememek zoruma gidiyor.
Tanrı’nın cezası olarak senden başka bir renk göremiyorum ve bu durumdan şikayetçi olduğum da söylenemez. Benim şikayetçi olduğum şey,
Affet beni Tanrım.
Seni hiç mi hiç sevmiyorum!
haziran/2020
Bilal Kartal
2020-09-11T00:39:14+03:00Benim şikayetçi olduğum şey, Tanrı’nın sadece karanlığı görme cezasını vermesi de değil. Asıl şikayetçi olduğum şey, bir renk cümbüşü olarak yaratılmış olan sensin! Seni, varlık sahasına atan Tanrı’yadır benim kızgınlığım. Ben satırlarımı sana değil, seni karşıma çıkarana yazıyorum…
Affet beni Tanrım…
Seni hiç mi hiç sevmiyorum…!
(Bir hata dolayısıyla olsa gerek yazım eksik paylaşılmış. Bu yüzden devamını buraya bırakıyorum.)
-merve
2020-08-10T20:00:10+03:00Kalemine sağlık.
yaren
2020-07-31T21:57:22+03:00Sevmediğimiz herkesten, en çok da tanrıdan özür dilememiz gerektiğini hissetmek.. Bence onlar özür dilemeliler.. Çok güzel bir yazı olmuş..