bugün intiharın dayandığı bir uçurumun
çiçeklerle süslenmiş kenarındayım
şakaklarıma güneş vururken
alnımdan akan terlerin suladığı
sen ormanlarındayım
güzün bahara kafa tuttuğu
ayın güneşten önce doğmaya çalıştığı
karanlığın, ışığın varlığını kirlettiği
benimsemesi zor olan bir yerdeyim
intihar kıyılarının derinlerindeyim
bu deniz sığ gibi gözükür aslında bakarsan
aklımın içinden geçen her düşünce gibidir
sığlığın içinde saklanan derinlerin
derinlerin altında yatan tehlikeli
ve kendinden emin olmayan bir bataklık
bak güneş vuruyor yine bir kediye
kedi ki ResulAllah'ın en sevdiği hayvan
şimdi bağlar bahçeler çiçek açar
denizden ışıklar vurur hüznün gölgesine
yırtıcı bir kuş gibi parçalar gider
akşamlar sefası sürülür değme keyfine
grogların viskilerin çarpıştı
bir masa on iki dost benimserim
kalemlerim kağıtlarım ve şiirlerim
on iki mısralık bir söz diziminden ibarettir
şimdi ılıcadan kıyıya koşarak gitmek isterdim
köşede ki migrosun bitişiğinde bir kedi yavrulamış
yeşil kahve koyu ve ürkek gözlerle bakıyor
bugün bir şeyh duyuyorum
bir tüy ağırlığında bir kentte
şimdi masalların en güzel saati başladığında
sütünü içen çocukların gözlerinden benimserim
şiirlerimi içten içe kaybedişimi
mısralarımın bitişiğindeki kalemi
mürekkep kullanamam ben tiksinirim
Fransız nehirlerinden birisinde bir Türk kaybolmuş
Eyfel'e doğru giderken ki eski kafeyi bileceksin
ben pek bilmem Fransa ya da Paris
gezgin şeyhim göstermişti fotoğraftan
fotoğraf ânın bir kısmını yakalayan kağıt parçası
postmodernizme kafa tutuyordum
şiirlerim postmodern olmaya başlamıştı
çakma dergahımın şeyhi bana yapma diyordu
kalem tutarsam eğer kılıç olurmuş
ben kağıt kesikleriyle savaşırken öğrendim
sensizliğin bir kıyıya nasıl vurduğunu düşünüyorum
bir yunus gibi kıyıma vuran
gücü yetmeyen dalgaların eşliğinde tutuldum kaldım
bu derin uçurumun kenarında şimdi aşağı bakıyorum
ben hiç bu kadar derin sensizlik hatırlamıyorum