En ilkelden günümüze, var olmuş edebiyatın en büyük kısmını oluşturur roman. Yediden yetmişe, dilden dile, dinden dine her toplumda kendine bir muhatap bulur, bulmuştur ve barındırdıkları neticesinde de bulmaya devam edecektir.
Bu barındırdıklarını “bireyler çatışmasının olay örgüsü eşliğinde kurgulanması” olarak tanımlarsak eğer Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ını okuyanlar için bu tanımı gözden geçirmemiz veya edebiyat literatüründeki roman terimine yeni bir kol eklememiz gerekmektedir ki Walter Benjamin bu düşüncemizi “Yeni Hayat özel bir vaka” diyerek desteklemiştir.
Gözlerimizin gördüğü, dilimizin okuduğu düz yazıyı; ruhumuzun nazıma dökmesini, durum hikayesine olay hikayesinden daha yakın olan bir kitabın lirik ve coşkulu anlatımıyla bir heyecan ve merak uyandırabilmesini ve raflardaki “özel” sıfatını hak etmesini bir kenara bırakıp yazarın anlatmak istediğini, eserin anlatmaya çalıştığını anlamlandırmayı denersek eğer;
Neden yazıldığını veya ne anlattığına dair kesinliğe varacak kadar bir fikrimiz olmamasını, fakat nesirden nazıma giden satır aralarında bir amaca hizmet eden bir aracın varlığının kesinliğine ve bu aracın bize
“İyi ki bu ülkenin eserisin Yeni Hayat”, iyi ki bu ülkenin yazarısın Orhan Pamuk” dedirttiğine vakıf olabildiğimize göre soyut amacına ulaşıp ulaşamadığını bilemesek de somut görevini yerine getirdiğine eminiz.