Eğer yaşadığım geçmişi seçmiş olsaydım o geçmişin baş konuğu yine sen olurdun.
*
Karşısındaki duvara dikti gözlerini, birbirinden bağımsız kesilmiş saçları kulağının arkasından çıkıp yüzünü kapatıyordu, elinden geldiği kadar yavaş hareket ettirdi kolunu ve saçlarını tekrar kulağının arkasına koydu fakat düzgün kesilmemiş saçlarından bir tutam kaşlarının hemen altında bittiği içi duruyordu öylece. Duvar saatinin sesi kulağında yükseliyor ve içine bitmek bilmez bir huzursuzluk serpiştiriyordu.
Oturuşunu değiştirip ayaklarını uzattı, başı asla rahat etmemişti ama bunu önemsemedi ve telefonu tekrar çaldı, kimin aradığına bakamıyordu, muhtemelen sırtını çevirip telefonu alacak gücü yoktu ve bu halsizlik günlerdir üzerine dikilmiş bir elbise gibiydi.
Kolu kendinden bağımısız gibi yanı başına düştü, refleksleri birkaç haftaya göre iyice körelmişti.
Uzun zamandır istediği gibi hiçbir şey düşünmeden duruyordu, neler olduğunu, nasıl olduğunu, ne yaptığını, ne yapacağını... Sadece duruyor duruyor ve duruyordu.
Bu durmak omuzlarındaki ağırlığı hafifletirdi sanmıştı fakat bunun da bir yanılgı olduğunu fark ediyordu şimdilerde.
Vücudu titremeye başlayınca elleriyle kollarını ovuşturmaya başladı ama nafileydi.
Tam bu sırada dış kapı art arda çalmaya başlamıştı ama değil ayaklanıp kapıyı açmaya, yerinde dönmeye bile mecali yoktu. Yavaş yavaş vücudundaki titreme geçiyordu, dudağını bir gülümseme kaplamıştı, gözünün iliştiği takvime bakıyordu şimdi;
Ağustos 26
Gözü bugünün tarihinde takılı kalmıştı, dışarda olup bitenden bihaber, ruhunun bedeninden ayrıldığını bilmeden gözü takvimde takılı kaldı,
Ve biz bugün onun gözünün takvimde kaldığı o günde, 26 ağustosta onun adına toplanmış acımızı yaad ediyoruz, ne tuhaf yaşarken acısıyla başbaşa bıraktığımız insanın yokluğunu ortak acımız olarak addediyoruz.