''yıldızları topladım göğün yüzünden

çiçekler ektim yerin yüzüne

sazımın bağrından bir türkü koptu

dile geldi mürekkebimin çarmıhı

öyle sayfalarca anlatacak kadar harf yok bende

kelimlerimde dahi

sen geçtikten sonra

yazmak günah olurdu

söyle şimdi

sen de sever misin Ahmet Kaya'yı

ya da okur musun Yusuf Hayaloğlu'nu

veya

sen de göğe bakıp umut eder misin?'' dedi adam. sokağın köşesinde bulunan lambanın altındaki cılız ışıkta yakıyordu sigarasını. bir nefes çekti. sanki tüm düşleri idam edildi kirpiklerinde. gözlerinin baraj kapakları açıldığında yağmuru kıskandıracak dercede ağlıyordu. ama ne isyan vardı ne de sitem. sadece atomun patlamasından daha şiddetli can kırıkları vardı. ve bir parça şiir döküldü yüreğinin kaf dağından:

''mülteci sevdalar biriktirdim

kan kokusu sinmiş aşklar

öyle çiçekler getiremem belki

ama anadolu’yu özgürlüğe kavuşturmuş kurşunlar armağan edebilirim

kabul eder misin bilmem

lakin

hediye işte

almak sünnet olur

almazsan da canın sağ olsun

ne de olsa ben

kaderinde yaşamak değil yaşatmak yazılı olan

ölümün sevgilisi bir adamım.'' ve sustu o an şimşekler. yağmur değil, gökten oluk oluk hece olup düşüyordu adamın zihnine. son dumanı çekerken şunları söyledi sarıldığı köpeğe

anadan üryan acılara sarıldım.

sokağından geçen uyuz köpeğin gözlerinden öptüm.

başımı göğsün yerine

kaldırım aralarında anarşist faaliyet gösteren çiçeklere yasladım

şimdi geceyle oturmuş

göğün ağlamasına dertleniyoruz...

ve bir de bu gece başarlı olursam. şiirlerimi sana bırakıyorum. mutluluklarımı yetim çocuklara, umutlarımı sokak çocuklarına ama biraz bencillik edip seni kendime alıp gidiyorum bu tiyatro sahnesinden elveda Mualla