Öylesine bir gün
Hastanenin çürümüş, en eski odalarından birindeydi. Kendimi buraya nasıl getirdiğimi bilmiyorum. Kısa bir an şaşkın kaldım, yanına gitmek için nefesimi toparladım. Ona neden darıldığımı hatırlamıyorum. Bir süre sadece kederli suratına baktım. İhtiyarların arasında bir söz vardı ve o gelmişti aklıma. Sonra her zamanki gibi düşüncelere daldım. Geldiğimi fark etmiş midir bilmiyorum. Vakit öğle vaktiydi. Odadaki pencerenin tozlu camından sızan ışık, gözlerimi biraz rahatsız etti. Pencereden dışarıya göz attım. Yemyeşil bir bahçemiz vardı. Ağaçların arasından esen rüzgârın sesini dinlemek, yaprakların savruluşunu izlemek bana hep huzur verirdi. Derin bir iç çekip perdeleri çektim ve onun yanına oturdum. Gün içinde biraz yorulmuştum ama bunlardan bahsetmek boş. Onunla konuşmaya başladım, biraz eskilerden biraz yenilerden ne bulursak işte onunla ilgili çene çaldık. Buraya geldiğimde suratında olan o keder, yerini gülücüklere bırakmıştı sanki. Mutlu oldum. Kendi hayallerinden bahsetti bir an için güldüm, neden güldüm bilmiyorum ama aynalara küseli çok olmuştu sanırım. Hem anlattığı en afili hayallerini bile bir bir yaşamıştı, kendinden bihaberdi doğrusu. Dediğine göre çehresine birkaç kırışıklık eklenmiş hepsi bu. Dikkatlice yüzüne baktım, öyle pek bir güzel tarafı yoktu aslında. Kendimi ondan ayrı tutmuyorum tabi. İşte, ortalama bir yüzü vardı. Hayat hikayesini anlattı yani en azından benim anladığım buydu. Uzun zaman olmuştu bu davarlar arasında yaşıyordum. Biri size hikayesini tam anlatmasa bile onun tavırlarından, yürüyüşünden az çok kestirebiliyorsunuz zaten. İnsan bu duruma üzülüyor ama bir süre sonra alışıyorsunuz tabi. Aşağı yukarı hepimizin hikayesi.
Burada çok eskiyim, kendimi bir yük olarak bile görmüyorum. Bu bahçenin içerisinde; günümün uzun kısmını düşünerek, bir kısmını tuvalette sigara içerek, bir kısmını yürüyerek ve kalan kısmını da uyuyarak geçiriyorum. Etrafta öylesine dolaşan, laklak eden sıradan biriyim artık. Buraya yeni gelenler hastanenin ağır kokusundan bahseder dururlar. Lakin birilerinin yeni gelmesi için aramızdan birilerinin ayrılması gerekir. Her gördüğümüz yeni yüz aramızdan bir yüzün eksilmesi demek. Şikayet edilen hastane kokusu aslında bendim. O koku benim kokum. Antika gibiydim burada ama bir değerim yoktu. Antikalık tek tarafım, eskimiş olmam.
Bu düşünceler zihnimden geçerken ona bir soru sordum. Bu hayatta mühim olan nedir? Gevezelik ettim, sorduğuma hemen pişman olmuştum. Çok geçti artık. Çehresini değiştirdi bir anda. Ciddi bir hava takındı sonra bana uzun bir nutuk çekti. Tam emin değilim ama aklımda kalanlarla şunları söylemişti. “... bunlar mühim değil ama mühim olan yolda yürüdüğün sırada ayağınla ezip geçtiğin karıncanın hayatı olabilir ya da kirli kaldırım taşlarının olduğu eskimiş çatıların borularından akan yağmur suyuna inat yokuş yukarı çıkan, akşam için üç beş kuruş kazanan hamalın sırtındaki hayat çilesi olabilir ya da son model arabanda yaslandığın rahat koltuğun sana verdiği huzur olabilir. Kısaca bunların hepsi olabilir ya da hiçbiri mühim değildir.”
O konuştuğu sıra nefes bile almadan tüm ciddiyetimle onu dinledim. Sonra suratıma baktı ve yere tükürdü. Nedenini sorduğum zaman, gülerek mühim bir şey olmadığını söyledi. İlginç biriydi ve benim için hep öyle kalacaktı. Söylediklerinden etkilendiğimi sanmıyorum hep aynı sıradan cümlelerdi bence. Yanında belli etmedim tabi. Yatağına uzandı ve yanından ayrıldım. Konuşmasında nefes nefese kalmıştı. Onu yordum diye kendime kızdım. Hava almak için bahçeye çıktım. Ağaçların güzelliğine nispeten gri, zevksiz duvarlarımız vardı burada. Çocukluğum canlandı bir an gözümde. Çocukken çok hızlı koşardım, eğer çok hızlı koşarsam her şeye ulaşırım gibime geliyordu. Fark etmemişim, hayatı hızlı yaşamak isterken neleri geride bıraktığımı. Çok fazla hayal kurmama rağmen adam akıllı hiçbiri için çaba sarf etmedim ve çoğunu da başaramadım zaten. Şimdi zaman çok ağır işliyor; gündüzler gelmek, geceler bitmek bilmiyor. Ölmek için gün sayıyorum. Her gün için kendime ''Artık tamam, bugün sen yolcusun.'' diyorum ama nafile. Acı çekmiyorum, pişman da değilim ama mutlu da değilim.
Sonrası bütün günler aynı işte. Sabah, akşam, sabah, akşam ...