Uçuşan perdeden içeri sızarak çıplak camdan sokağı izledi. Sonbaharın kuruttuğu yaprakları süpüren rüzgar kendi beyaz tüylerini de titretiyordu. Köşedeki çöp kutusuna daldı gözleri. Birinin gidip oraya çöp atmasını bekledi, içinden hangi kedilerin çıkacağını görmek istiyordu. Geceleri birden mırlayan kedileri de görmeyi çok isterdi ama perdeler kapalı olduğundan dışarıya sızamazdı bakışları.

Bir kağıt toplayıcısı, eski püskü arabasıyla çöpün yanına yanaştığında göz bebekleri irileşti. Yaşlı adam, başındaki bereyi çekiştirerek arabadan indi. Çöpün içine ellerini daldırdığında dışarı çıkan hiçbir kedi olmadı.


Kedi, pencerenin önünden ayrılıp evin içinde bir fareyi kovalıyormuşçasına koşmaya başladı. Rüzgarın esişi kesilmeden bir başka pencerenin önüne geçmekti gayesi.


İnşaata bakan pencerenin önündeki kaloriferin üstüne çıktı. Tamamlanmak üzere olan beton yığınının içinde kediler olurdu bazen. Çalışan işçilerin etrafında dört dönerlerdi. Mahallelinin sevgisizliğine ve ilgisizliğine alışmış kediler, gelen misafirlere hemen sürtünürlerdi böyle. Bir tane bile kedi göremedi, işçiler dahi yoktu.

Kaloriferden aşağı atladı. Tekrardan koşuşturmaya başladığı sırada gireceği odanın kapısı cereyanla çarpıp kapandı.

Göz bebekleri küçüldü, uykusu geldi. Kapının önünde kıvrılıp gözlerini kapattı.

Evin kapısının deliğinde çıngırdayan anahtar sesiyle kalktı. Göz bebekleri o kadar büyümüştü ki mavi gözlerinden eser kalmamıştı.


“Neyi neden yaptığını kendisi de bilmiyor ki.” Evin küçük kızı gelmişti. Kulağına tuttuğu telefon yüzünden kapıyı zar zor açmıştı. “Yaptığı şeyler hep can sıkıntısını gidermek için.” Kız, telefondaki konuşmaya kendini kaptırmıştı. Ona dikkat etmeden koridordan geçip gitti. Kapıyı açık unutmuştu.


Kedi, kendi türüne has yürüyüşüyle gidip eşiği kokladı. Birkaç adım atıp ayakkabıların üzerinde gezdirdi burnunu. Hiçbiri bu ev gibi kokmuyordu ama kendi patilerine sinmişti evin kokusu.


Binanın boşluğunda yankılanan yabancı seslere kulak kabarttı. İçeriden kızın ona seslendiğini duydu. Dişlerini kızın bez ayakkabısının arkasına geçirdi, yavrusunu taşırmışçasına eşiğin üstüne koydu. Kızın ona yaklaşan sesi endişeyle dolmuştu. Hızla ama yumuşak patilerinin sağladığı sessizlikle indi merdivenlerden.


Yüksek bir katta oturduklarını biliyordu penceredeki kuş bakışından. Komşulara yakalanmamak adına daha da arttırdı hızını. Hepsi tanırdı çünkü onu. Hatta bazı komşu çocukları sırf onu sevmek için uğrarlardı evlerine. O kadar çok saklanmıştı ve o kadar çok bulunmuştu ki artık saklanacak bir yeri kalmamıştı.


Zemin kata ulaştığında durmak zorunda kaldı. Dışarıya açılan kapı kapalıydı. Merdivenin altındaki karanlığın köşesine saklandı ve iki fener gibi parlamasınlar diye gözlerini kapattı.


Bir başka çocuk daha okuldan çıkıp dönmüştü evine. Onun sayesinde açılan kapıya doğru atıldı. Çocuğun soğuktan korunması için içeriye buyur ettiği kediyle çarpıştı aralıkta ama duraksamadan bahçeye çıktı.


İzini kaybettirmek için bir süre daha koştu. Onu görenler bir fareyi kovaladığını sandılar.


Evin pencerelerinin görüş açısından çıkınca durup etrafa göz gezdirdi. Çimlere uzanmış bir köpekle kesişti bakışları. Kendisine saklanacak bir yer ararken köpeğin gözlerini kapatıp onu umursamadan uykuya daldığını gördü.


Biraz daha yürüdü. Patilerini acıtan sert taşlara ve ara sıra batan camlara aldırmadı. Yürümeye devam etti. Bir kedi için, köpekler ona saldırmıyorsa dünya güvenli demekti.


“Tasmasız bir ev kedisi.” Yanındaki ağaçtan tekir bir kedi atladı. Ona doğru yaklaşıp etrafında bir tur attı. “Ya evden kaçacağın akıllarına gelmedi ya da seni sokağa attılar. Ama insanlar genelde köpekleri terk ederler, kedileri değil.” Tekir kedinin tüyleri hiç yalanmamış gibi pisti. “Senin bir adın da vardır kesin…” Kedi, adını söylemek istemedi. Tekir kedi onun çekingen sessizliğiyle alay edip yeniden ağaca tırmandı. “Burada, yakalanabilecek kuş hiç bitmez.”


Kedi, yoluna devam etti. Güneş batmak üzereydi. Kimi evlerin perdeleri örtmüştü pencerelerini ve yalnızca açtıkları ışığın rengini sunuyordu sokağa. Turuncu, beyaz, sarı… Şaşırdı, aralarında hiç kırmızı yoktu oysaki küçük kızın odasında hep kırmızı ışık yanardı.


Betondaki pati izine bastı. Daha önce buradan geçmiş gibiydi. Yoksa herkesin bıraktığı adım izi aynı mıydı?


Bir kedi ağzındaki ölü fareyle geçti karşısından ve boş arsanın arsızca uzamış otlarının arasına karıştı. Böyle mi beslenmesi gerekiyordu artık onun da? “Meydana çıkarsan belediyenin koyduğu mamaları bulabilirsin.” Duyduğu bu ses otların arasından geliyordu. “Gerçi onlar da pek temiz sayılmaz ama bir sokak kedisiysen derdin sokaklar olmalı, mama değil.”


Yoluna devam etti. Meydana çıkacaktı. “O sokağa girmemelisin. Orada ayyaşlar oluyor. Şansına göre ya sevgi gösteriyorlar ya da korkutup hırpalıyorlar. Şanslı mısındır?” Sokağın girişinde bir heykel gibi duran kedinin kuyruğu kesikti. “Köpek var mı?” diye sorduğunda “Yok,” cevabını aldı. Böylece sokağın içine sızdı. 



Not: Öyküyü tek hamlede yayımlayamayacak kadar uzun bulduğumdan üç parçaya ayırmayı düşündüm. Belki de iki? Her neyse, keyifle okumuşsunuzdur umarım bu kısmı.