Hayat her zaman beklediğimiz şekilde ilerlemez. Esasen, hayat hiçbir zaman beklediğimiz gibi ilerlememiştir. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte, bazen birtakım eylemler karşısında verdiğimiz kararlar ve hayatımızda kaybetmeyi göze aldığımız ya da alamadığımız her şey için geçerli olan, mutlak suretle değişmeyecek tek şey pişmanlıklarımızdır. Çünkü pişmanlık duymaya başladığımız andan itibaren her şey için çok geç kalınmıştır.
Nedir pişmanlık? diye soruyorum ve her şey olup bittikten sonra ancak anlayabildiğim o şey, yani pişmanlık, benim açımdan aptallığa eşdeğer oluyor. Çünkü pişman olmadan önce yaptığın eylemlerin sonucunu bildiğin, en azından kestirebildiğin hâlde pişman olmak, aptallıktan ziyade ne olabilir? Bu tıpkı bütün bir hışmıyla yanan bir sobaya dokunduktan sonra elinin yandığı için ağlamaya benzer. Ya da sevdiğin birine onu sevdiğini söyleyemeyip, sonra da onun bir başkasını sevmesini uzaktan sessizce izlemek gibi… Çaresizce… Ama işler bu şekilde ilerlediği için dövünmek de biraz aptalca.
Ama en başında da söylediğim gibi, hayat her zaman istediğimiz şekilde ilerlemiyor. Mesela sobaya dokunmak aptalca, çünkü yanacağını biliyorsun. Ama birini çok sevdiğin, belki de onun için yapamayacağın çok az şey varken, sırf onun zarar görmemesi için sevip vazgeçmek zorunda kalmak da aptalca mı? Bunun cevabını arıyorum. Her şeyi bir kenara bırakıp sevmek üzerine konuşalım, belki bir nebze de olsa sorular cevap bulabilir.
Sevmek her koşulda yeterli midir? Önce buradan başlayalım. Aslında hiçbir zaman, hiçbir şey, hiçbir koşulda yeterli değildir. Gerekli şartlar oluşmayınca var olamamak gibi… Köklerini salacak bir çınar olabileceksin belki, ama olamıyorsun; çünkü sulanacak bir toprağın yok. İşler böyleyken, sevmek her koşulda yeterli olamaz. Çünkü sevmek de yorulur.
Sonra bize kalan hislerimizdir genelde, bazen de susmayan kafamızın içindeki düşünceler… Duygular Sinemasında oynanmış, başı eğik kalan mağduriyet ve pişmanlık silsilesinin karışımı olan hisler, günün sonunda sizi yalnızlığa sürükler. Daha sonra sevgiden korkar olursunuz ve yalnızlığa alışıp, kendi içinizde neresi olduğunu kestiremediğiniz bir yere tutunursunuz.
Sevmeyi düşünürsünüz tekrardan, ama yanan sobaya dokunmayı göze alamazsınız. Çünkü yanacağınızı bilirsiniz. Ama sevdiğiniz için bir kere yanmışsınızdır zaten. Sobaya dokunmaktan korkmazsınız ve dokunursunuz… Akabinde yanarsınız. Ve sanırım bu aptallıktır. Ama her şeye rağmen hâlâ pişmanlık vardır. Buna rağmen aptallık mıdır, bilinmez. Ama her ne olursa olsun, işler istediğimiz gibi ilerlemez ve boynumuza geçirilmiş urgana razı gelip kaderimizi yaşarız.
Olayı tekrar ele alınca, sevmek aptallık oluyor sanırım. Çünkü yanan sobaya dokunmak gibi… Ama pişmanlık konusunda hâlâ emin değilim. Çok istersin ama olmaz işte. Hayat böyledir. Ve olmayan şeyler için pişmanlık duymak da belki aptalcadır.
Ama neden pişmanlık duyar insan? Yaptığı hatalardan mı, yoksa kaybettiklerinden mi? Aptalca hatalar ve pişmanlık… Her şey için çok geç. Ve hayat böyledir işte; geç kalınmışlıklarla doludur. Pişmanlıklarla, acıyla, korkuyla, sevgiyle… Bazen sevgisizlikle ve de adını koyamadığımız belirsizliklerle.
Soruyorum size: Zarar görmemesi için sevdiğin birinden vazgeçmek nedir? Aptallık mıdır?