Portishead, a noktasından b noktasına giden yolun her zaman düz olmadığının en büyük kanıtıdır. 1998'de çıkardıkları Roseland NYC Live' ın ardından Geoff Barrow, Beth Gibbons ve Adrian Utley'den oluşan İngiliz grup; müzik dünyasındaki keşfedilmemiş toprakları gün yüzüne çıkaracaklarına dair ant içmişlerdi. Söylemesi kolay, başarması zor. Nitekim zoru başarmalarını sağlayan Third albümü için on yıl beklemeleri gerekeceğini o zamanlar kendileri de bilmiyorlardı.
Bu sürede grupla ilgili pek çok dedikodu ve söylenti yayılmıştı. Barrow'un kendisi bile durumu şöyle açıklamıştı: “Bu albüm, Lost izlemek gibi. Heyecan hiç bitmiyor. Third, sade ama bir o kadar da güzel bir albümdür. Hem tuhaf hem mükemmeldir.”
İlk LP'leri Dummy, neşeli ve yaylı çalgılarla doldurulmuş bir albümdü. Karanlık bir yönü de vardı ama korkutucu olmaktan çok baştan çıkarıcıydı. Bu tür düzenlemelerin ötesine geçilen Third ise tek kelimeyle tehditkardı. Plastic, We Carry On ve Machine Gun gibi şarkılarla o arzu ettikleri yeni dünyayı yaratıyorlar ve müzik otoritelerinin bugüne kadar açıldığı noktaların çok ötesine geçiyorlardı. Albüm, hiç tamamlanmayacakmış hissi veren bir puzzle gibiydi. Kapakta da sadece grubun isminin ilk harflerine yer vermeleri de bunu kanıtlar niteliktedir.
Portishead, 2008' de grubun tarihine gönderme yapan bir isimle albüm çıkaran tek grup değildi. Fakat The Verve'ün Forth'unun aksine Third, hem başarılı oldu hem de müzik dünyasına çok şey kattı. Hüsrana uğrayacağı düşünülen bir LP'nin tüm bir yıla damgasını vurması büyük bir başarıydı.