Sabahın bulutsuz gökyüzüne baktı, Jaribu. Simsiyah saçları omuzlarından beline, gökyüzünden sıçrayan ışınlarla aydınlanan sular gibi akardı (onun). Fizik bilmezdi, gökyüzüne bakıp nasıl, her şeyin masmavi bir ışık altında parıldamadığına şaşıyordu.


İnsanlardan ölesiye korkardı. Orta Çağ kasvetindeki odasını terk etmeyi hiç düşünmeyecek kadar korkardı ancak ilk kez gökyüzüne bakıyordu. Daha önce açabilseydi penceresini, her yerde mavi bir ışık olmadığı için çok daha önce şaşıracaktı.


Buna rağmen gözünü kubbenin altında yürüyen, telaşla giden insanlara hiç sürmedi. Yalnızca gökyüzüne baktı, korkuları ve güvensizlikleri söküp atmak ona mavi bir ışını beklemek kadar zor geliyordu.


Pencereyi tek hamleyle kapatıp ardına döndü. Karşısında bulduğu aynada pencereyi açma sebebi duruyordu. Omuzunda bir el izi, ilk kez kardeşini katledip dünyaya kanlı bir iz bırakan Kabil'in soyundan olan insanın varlığını hatırlatmıştı ona. İlk yasak elmayı yiyen insan, ilk kullandığı alet yine insan olan bir insan.


İzler, gökyüzü ışığı altında kaybolur. Kimse, bir başkasının ne izler taşıdığı gerçeğine erişemeden soluverir. Omuzundaki izle yaşamak, kendi kurduğu dünyaya öyle aykırıydı ki giyinip kendini sokağa attı, Jaribu.


Tüm yaralar ve izler kaybolmuştu. Onları yalnız izi bırakan ve izin sahibi mavi bir ışık altında görebilirdi.


Sağ omzunu sıkıca kapattı.