2. Dünya Savaşı'nın ortasında çatışmaların yoğunlaşmasıyla Amerikan ordusunda bazı kırılmalar meydana gelmiş ve askerlerin çoğu yaşadıkları zihinsel çöküşler ve akıl sağlığı bozulmaları yüzünden ülkeye geri gönderilmişti. Savaşın devam etmesine karşın cephedeki asker sayısının azalması politikacıları ve planlamacıları endişelendirmiş ve bu durumu çözmek için ise psikanalistlere başvurmaya başlamışlardı. Geçmişin aksine, Sigmund Freud’un her insanın içinde tehlikeli irrasyonel bir yer olduğunu savunan fikirleri ve teorileri artık devlet adamları tarafından kabul görüyor, bu teoriler zihinsel rahatsızlıkların tedavisi, savaş sonrası kitle manipülasyonu, demokrasinin korunması ve uysal ve dengeli bir toplumun yaratılmasında kullanılmak isteniyordu.
Hitler’in başa gelmesiyle Nazi Almanya’sında yapılan katliamlar Amerikalı politikacıları, her insanın içinde tehlikeli bir yan olduğu konusunda ikna etmiş ve bu durumun kendi ülkelerinde de yıkıcı sonuçlara sebebiyet vermesini engellemek için insanların zihinlerindeki bilinçdışı tehlikeli duyguların kontrol edilmesi gerektiğini düşündürmüştü. Gerek Amerikan ordusunda meydana gelen kırılmalar gerek zihinlerin manipüle edilmesinin gerekliliğine olan inanç ise politikacıları ve planlamacıları Freud ailesinin fikirlerine yönlendirmişti.
Sigmund Freud’un teorileri ilk olarak Amerikan ordusundan gelen askerleri rehabilite etmekte kullanılmaya başlandı. Psikanalistler askerlerin acı veren savaş anılarını iyileştirmek için Freud’un yöntemlerini kullanarak onları geçmişlerine götürmeye başladılar ancak ortaya çıkan sonuç politikacıları umutlandırmaktan ziyade Amerika’nın geleceği hakkında oldukça endişelendirmişti. Askerlerle yapılan görüşmeler neticesinde görülen psikolojik ve zihinsel çöküşün doğrudan savaştaki çarpışmalardan kaynaklanmadığı, aksine çarpışmanın yarattığı stresin sadece askerlerin eski çocukluk hatıralarını ve kendi şiddet dolu duygularını ve arzularını tetikleyerek onları tekrar canlandırdığı ortaya çıkmıştı. Askerler geçmişlerine ait bu korkunç duygu ve hatıraları zaman içerisinde bastırmışlardı ancak beyinlerindeki irrasyonel yapı, savaşın dehşetiyle beraber onları tekrar canlandırmıştı. Politikacıların ve psikanalistlerin buradan çıkardığı sonuç ise insanların içinde öngörülemeyen bir duygusallık olduğuydu; insanın zihninin temelinde yatan bir kaos vardı ve eğer müdahale edilmezse bu irrasyonel yapı Amerikan toplumunu zehirleyebilir, demokrasiye zarar verebilirdi. Bunun en büyük kanıtı ise, Nazi Almanya’sında olanlardı; insanların şiddet eğilimi açığa çıkmıştı ve her kesimden insan kolayca bir katliama suç ortaklığı yapabiliyordu. Amerikan halkının da aynı şekilde davranmasından korkan ve demokratik bireyler yaratmak isteyen politikacıların, insanların içsel yapısının değiştirilebileceğini söyleyen ve bunun için yöntemler sunan psikanalistlere yönelmesi ise psikanalizin önemini ve gücünü günden güne arttırıyordu.
Anna Freud ise babasının ölümünden sonra kendisini psikanalize adamış, babasının teorilerini dünya çapında kabul ettirmek için çalışmalar yapmaya başlamıştı. Ancak babasıyla aralarında bir farklılık vardı: Sigmund Freud’a göre psikanaliz, insanların kendi bilinçdışı dünyalarını anlamaya yardım etmekti; Anna Freud’a göre ise bu güçleri kontrol etmeyi insanlara öğretmek mümkündü.
Anna Freud bu düşüncesine yakın arkadaşı Dorothey Burlingham’ın anksiyete ve saldırganlıktan muzdarip çocuklarıyla beraber yanına gelmesiyle varmıştı. Freud, çocukları analiz ederken etraflarındaki dünyayı değiştirerek onları bu durumdan kurtarabileceği kanısına varmış ve içsel dürtülerin kontrol edilebileceği bir teori geliştirmişti. Buna göre, eğer çocuklara toplum ve görgü kurallarına uyum sağlamayı öğretirse çocuklar büyüdüklerinde beyinlerindeki ego bölümü zihni kontrol eden asıl yapı olacak ve böylece kolaylıkla bilinçdışını kontrol altına alabilecekti. Eğer çocuklar uyum sağlamazsa zihinde baskın olan yapı bilinçdışı olacak ve egoları zayıf kalacaktı. Bu dengeyi sağlamanın yolu ise çocukların toplum tarafından normal kabul edilen çizgide yetişmesi, gelişiminin normal yönde seyretmesi ve anormal kabul edilen eşcinsellik gibi farklılıkların olmamasıydı.
Anna Freud geliştirdiği bu yöntem ile arkadaşı Burlingham’ın çocuklarını analiz ettikten sonra 1930’lu yıllarda çocuklar Amerika’ya dönmüş ve her biri mutlu evlilikler yaparak kendilerine ait güzel bir hayat kurmuştu. Freud’un başarıya ulaşan bu deneyi Amerikan halkının kontrol edilmesi için devasa bir toplumsal deneyin çıkış noktası oldu. 1949 yılında Amerika başkanı Harry S. Truman, Ulusak Sağlık Akıl Sağlığı Kanunu’nu imzaladı. Bu kanunun amacı psikanalistlerin savaştaki bulgularına dayanarak toplumu tehdit eden bilinçdışını kontrol edebilmek ve akıl sağlığı ve akıl hastalığıyla ilgili bilimsel verileri arttırmaktı. Böylece akıl hastalığı ilk kez ulusal bir sorun olarak görüldü.
Ulusal Sağlık Akıl Sağlığı Kanunu’nun amaçlarından bir tanesi de bilimsel verileri arttırmak olsa da akıl sağlığı alanında çalışan sayısının oldukça az olmasından dolayı mümkün olmuyordu. Bunun için ise savaş sırasında psikoterapi deneylerini yürüten Will Menninger ve kardeşi Karl psikiyatrist yetiştirmeleri için görevlendirildi. Menninger kardeşlere göre Anna Freud’un çocuklara uyguladığı teoriyi genişleterek yetişkinlere de uygulamak ve psikanalizi halka bilinçdışı duyguların kontrolünü öğreterek daha iyi bir toplum yaratmada kullanmak mümkündü. Menninger kardeşlerin teorisiyle beraber Amerika’da dev projeler başladı, ülkenin pek çok yerinde psikolojik rehberlik merkezleri kuruldu, sosyal hizmet görevlileri halkı evlerde ziyaret etti ve böylece psikanaliz teorileriyle kitle manipülasyonu başladı. Amaçları, insanların aile ve toplum hayatının genel kabul görmüş örüntülerine uyumlu davranmasını sağlamak ve egoları güçlenen insanların daha rasyonel bir zihinle içlerindeki gizli güçleri kontrol etmeyi başarmalarıydı. Psikanalistler ve politikacılar tarafından halka daha anlayışlı, daha rasyonel bir insan olurlarsa ve duygularını kontrol edebilirlerse daha hoş bir kişiliğe sahip olabilecekleri mesajı verildi.
Psikanalistler, fikirleri kabul gördükçe yükselmeye ve daha büyük şirketlere geçmeye başladılar. Bu yükseliş ise Amerika’da yeni bir elit kesim meydana getirmişti. Siyaset, toplumsal planlama ve iş dünyasında halkın temelde irrasyonel olduğu fikri kabul görmüştü ve Amerika’da özgür bir demokrasinin işlemesi için bu kitlelerin zihinlerinin psikanalitik yöntemlerle kontrol edilmesi gerekiyordu. Onları yönetmek için ise vatandaşları kendi haline bırakmayan, demokrasinin gelecekte yaşayabilmesi için uygun koşulları yaratan ve onları yöneten bir elit kesim gerekliydi.
Olayların içyüzü ise dışarıdan görüldüğü kadar kusursuz değildi. Anna Freud’un 1930’da analiz ettiği yakın arkadaşı Dorothy Burlingham’ın çocukları Bob ve Mabbie Burlingham kişisel yıkımlar yaşıyordu ve evlilikleri çökmek üzereydi. Görünürde Bob ve Mabbie, analizin ne kadar işe yaradığını kanıtlayan iki kişiydi ancak durumları hiç de iyi değildi.
Öte yandan daha uysal bir vatandaş yaratmak için kullanılan manipülasyon için CIA Amerika’daki üniversitelerin psikoloji bölümlerine fon sağlamaya başlamış ve insanların içsel dürtülerini kontrol ederek değiştirmeye çalışan deneyler yapılmasını desteklemişti. Bu deneylerin en meşhurunu ise Amerika Psikiyatri Birliği Başkanı Dr. Ewen Cameron yapmıştı. Dr. Cameron da pek çok psikiyatrist ve politikacı gibi insanların irrasyonel olduğuna ve bu irrasyonel yapının toplumu tehdit ettiğine inanıyordu. Ancak Dr. Cameron diğer psikiyatristlerden farklı olarak bu güçleri kontrol etmekle beraber onları yok etmenin de mümkün olduğunu düşünüyordu.
Bu teorisini hayata geçirmek için Montreal’de bir hastanede The Allan Memorial adlı bir klinik açarak çeşitli zihinsel sorunlu hastaları kendi yöntemleriyle tedavi etmeye başladı. Dr. Cameron’a göre zihinsel problemlerin temeli unutulmuş ya da bastırılmış duygulardı ancak onları ortaya çıkarmak yerine silerek yeni bir insan yaratılmalıydı. Bunun için hastalara yüzlerce ilacın yanında LSD* ve o günlerde depresyon tedavisinde kullanılan ECT'yi** yeni insan yaratmada kullanmaya başladı. Cameron’a göre eski hatıraların ve davranışların değiştirilebilmesi için geçmişteki her şey silinmeli ve beyinde yeni olumlu davranışlar için boşluk açılmalıydı. Bunun için hastalarını uyku odalarına alıyor ve yüksek dozda şok ve ilaçlar vererek beyinlerini sıfırlıyordu. Beyinde elde edilen boşluktan sonra ise hastaların yastıklarının altına “Psişik Yolculuk” adlı kasetler koyuyor ve kendi teorisine göre boşaltılmış beyne olumlu programlar yüklüyordu. Ancak Dr. Cameron’un deneyleri tam bir felaketle sonuçlanmıştı. Deneyler neticesinde elde edilen sonuç olumlu programlanmış yeni bir zihinden ziyade sadece vücutlarının temel fonksiyonlarının çalıştığı, hafızalarını yitirmiş bireyler olmuştu. Yalnız Dr. Cameron değil CIA’in fon sağladığı deneylerin neredeyse hepsi başarısız olmuş, Amerikalı psikologlar insan zihninin kontrol edilmesinin mümkün olmadığını ve beyin kontrolünün dışarıdan manipülasyona açık olduğu kanaatinin yanlış olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Psikanalistlerin inandığının aksine insan zihni oldukça kompleks bir yapıydı.
Başlangıçta insan zihnindeki tehlikeli güçleri nasıl kontrol edeceğini bildiklerini söyleyen psikanalistler Amerika’da güç kazanmıştı ancak Anna Freud’un analiz ettiği Bob ve Mabbie Burlingham’ın yaşadıkları çöküntüler ve Dr. Ewen Cameron’un başarısızlığı psikanalistlerin temel fikirlerinin sorgulanmasını sağlamıştı.
Başarısız olan analiz deneyleri ise bunlarla sınırlı değildi. Anna Freud’un yakın arkadaşı Ralph Greenson 1960 yılında alkol ve ilaç bağımlılığı yüzünden kendisinden yardım isteyen Marilyn Monroe’yi analiz etmeye ve Anna Freud’un teorilerini uygulamaya başlamıştı. Buna göre Marilyn Monroe eğer toplumda hayatın normal akışı olarak kabul edilenleri öğrenir ve egosunu güçlendirirse kişiliği de güçlenecek ve böylece içsel yıkıcı duygularını kontrol edebilecekti. Bu teoriler doğrultusunda Greenson, Marilyn Monroe’yi tedavi etmeye başladı ancak büyük bir başarısızlığa uğradı ve Marilyn Monroe 5 Ağustos 1962 yılında evinde intihar etti.
Marilyn Monroe’nin intiharı, Anne Freud da dahil olmak üzere analiz çevresindeki insanlarda büyük bir şok yarattı ve coşkuyla desteklenen psikanaliz, Amerika’da sorgulanmaya başlandı. İlk olarak psikanaliz fikrine karşı çıkan kitaplar yazılmaya başlandı. Bunlardan en meşhuru “Gizli İkna Ediciler” adlı çok satandı ve psikanalistleri, Amerikan halkını yönetilen bir kuklaya çevirmekle suçluyorlardı. İkinci büyük saldırı ise felsefeci, toplumsal eleştirmen ve psikanaliz eğitimi almış Herbert Marcuse’den gelmişti. Herbert’e göre, toplumda yüksek düzeyde saldırganlık ve yıkıcılık birikmişti, bunun sebebi ise sonradan patlak veren içi boşaltılmış refahtı. Herbert insanları kontrol etme fikrinin baştan yanlış olduğunu söylüyor, şiddet dolu veya kötü olanın insanların duygusal güdüleri değil aksine onları tehlikeli hale getirenin, bu duyguları bastıran ve çarpıtan toplum olduğunu düşünüyordu. Anna Freud ve diğerleri insanları kontrol etmeye çalışırken bu bastırmayı daha da arttırmış ve böyle yaparak insanları daha tehlikeli hale getirmişlerdi, oysa insanların uyum sağladıkları aslında yozlaşma, kötülük ve yozlaştırmaktı. Kötülüğün kaynağının insanın iç çatışması değil toplumsal yapı olduğunu söyleyen Herbert, buna itiraz edilmesi ve dünyaya uyum sağlanmaması gerektiğini savunuyor, bu duruma karşı çıkılmazsa insanların kötülüğe teslim olacaklarını öne sürüyordu. Herbert Marcuse’nin açıklamaları ve başarısız olan deneylerle beraber Freudiyen psikanalistlerin siyasi nüfuzu sona ermeye, toplumsal kontrol ise bastırılmış bir halk yaratmakla suçlanmaya başlanmıştı.
Freudiyen psikanalistlerin teorilerini tamamen çürüten ise peş peşe gelen iki ölüm olmuştu. 1970 yılında Anna Freud’un çocukken analiz ettiği Dorothy Burlingham’ın oğlu Bob Burlingham alkol sebebiyle ölmüş, 1973’te ise kızı Mabbie Borlingham, Anna Freud ile analizlere devam etmek için döndüğü Sigmund Freud’un evinde uyku hapı alarak intihar etmişti. Böylece Anna Freud’un geliştirdiği teorinin başarıya ulaştığını kanıtlayan Bob ve Mabbie’nin ölümü, analiz edilen insanların intiharları ve Dr. Ewen Cameron’un başarısız deneyleri, psikanalistlerin nüfuzunu bitirmiş ve Amerikan halkını artık duyguların bastırılmasından ziyade serbest bırakılmasını gerektiğini söyleyen insanlara yöneltmiş, psikolojide ise yeni ve özgürlükçü bir dönem başlatmıştı.
*Liserjik asit dietilamid. Açık ve kapalı göz halüsinasyonları, değişen boyutsal zaman algısı, sinestezi etkisi, ruhani deneyimler ve değişen düşünce süreci gibi psikedelik etkileri olan madde.
**Elektrokonvülsif terapi veya elektroşok tedavisi. Akıl hastalıklarının tedavisinde uygulanabilen, beyinden elektrik akımı geçirilerek suni epilepsi nöbeti ortaya çıkarılmasına dayanan bir psikiyatri tedavi yöntemi.
Kaynakça:
Wikipedia, "LSD" https://tr.wikipedia.org/wiki/LSD (SGT: 15.02.201)
Wikipedia, "Elektrokonvülsif terapi" https://tr.wikipedia.org/wiki/Elektrokonvülsif_terapi (SGT: 09.03.2021)
Curtis Adam, "The Century of the Self", Erişim: 17 Mart 2002, https://www.youtube.com/watch?v=9GdHpUHr4O0