Kadın yol kenarında tüm zarifliğiyle otostop çekmekteydi. Kusursuz bacaklarına rağmen şoförlerin onu görmezden gelmelerine dayanamaz halde... Yeterince güzel görünmediğini düşünmeye başladığı bu anda fark etmiştim onu. Buradayım dercesine yolun ortasına doğru yaklaşmıştı. Tanrıların cömertçe bahşettiği kadınlığıyla tüm o sıcak renklerin temsili gibiydi.


En az gece kadar karanlık saçları ve en az saçları kadar canlı siyah deri ceketi. Güzeldi. Cama doğru eğildi. Bu eğiliş, yeterince olgunlaşmış meyvenin dalından sarkması gibiydi. Hüzünlü gözleri zamanı yavaşlatabilirdi.


Oldukça kısa, o gün giydiğim boxerımın renginde gri etek giymişti. Bunun bir işaret olduğunu düşünmeli miydim? Yoldaydık. Harikulade kıçıyla arabanın sağ koltuğunu ısıtmaya başladığını hissedebiliyordum. Bacakları, kızgın yağda pişmeye hazır patatesin mutfakta çöpe atılmayı bekleyen kabuklarının rengindeydi.


O öğleüstünün akşamı, barda ve eve bırakılmadan hemen önce kadın hakkında önemli ayrıntılar:


Gergin olduğunda yaktığı sigaranın, izmaritini dudaklarıyla ezmesi.

Her an ağlamak üzere hazır gözlerle, derin bakması.

Sandalyedeki ceketini almadan ve tamamıyla hazır hissetmeden masadan kalkmayışı.

Birinden hoşlandığında ya da o, birinin ondan hoşlanmasını istediğinde sol eliyle saçlarıyla oynamaktan kendini alamaması.

En çok boynundan öpülmeyi sevmesi.


Rastlantıyla karşılaşılan tüm o olağanüstü şeyler gibi gelenin, gitmeye hazırlandığının ağırlığını size hissettiren, her ne olursa olsun her şeyin, yani başlayan her şeyin bir gün son bulduğu gerçeği. İçinde yağmurun, rüzgarın ve yıldızların olduğu kısa şarkı. Geçen zaman onu gözümde, istediğini elde edemeyen bir kız çocuğunun salıncakta, yüzündeki durgun bir ifadeyle sallanmadan durması gibi hissettiriyor. Zamanın silmeye zorlandığı çok kısa, tatlı ve yaramaz anı.


(Asıl gerçeği, anlatılanlar dışında kim bilebilir? İhtiyar Kızılderili kaç kez yanılabilir ki?)