Dağlarına yüzümü dönmeye cüretim yokken

Boynumda keskin bıçağının bıraktığı yara

Bir hikâye ki ebedi mutsuzluğun mucidi

Sana saadet nedir ben öğreteceğim

İpsiz gelmişsem bilmeden senin olduğun dünyaya

Anlamak istesem bana ne vaat ediyorsun ki

Ben yine uslanmadan sana geleceğim

Senden habersiz

Bilirim olmaz ya

Yine kapında bekleyen insanların mı keser yolumu

Onlar ölüler ve ölüler ruhtan öte değiller

Yoksa bu kez yolumda bir ağaç mı seslenir bana:

"Kırlarda otlarken farkına varmayan koyun

Senin yolcun mu şu dünyada

Ya o çoban burnunda dağların, ardıçların kokusu

Ne emektar ne tanrı misafiri

Ahmak bir sabahtan kör bir gecenin kuytusu

Nereye gidersin olmayan yolun yolcusu"

O zaman derim ki ben de ona:

"Güneş her şafak vakti senin olduğun taraftan doğsun

Ay ışığı her gece senin yüzünü göstersin bana

Sen yalnızlığa gebe

Ben yalnızlığın çocuğu

Vatanımdan geldiysem göğe değen dağlarına

Vatanıma giderim yine onun adını anmaya"

Senden gayrı ihtirasına kapılan fani ağacın

O bana engel olamaz ya

Söyler ve giderim yoluma korkusuz

Ebedi istirahatgâhıma

*

Sonra başlarım şüphesiz

Kapından güller toplamaya...