Her zaman olduğu gibi yine ter içinde kalmıştı Rıza Usta. “Ulan,” dedi sinirli sinirli. “Şu Amerikan malları geldi geleli nefes alamaz olduk. Hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Nerden bulurlar bu kafir icadını? İflahım kesildi yeminle.” Boncuk boncuk olan terlerini kirli koluyla sildi. Yere tükürdü. Bir Amerika’ya sövüyor, bir de yeni gelen fabrika müdürüne. Hiç saygısı, acıması yoktu işçilerine. Adam az, iş çoktu. Boyuna çalışıyorlardı. Bu son zamanlarda hep böyleydi. Mırıldanmaya devam ediyordu Rıza Usta, “Pezevenk sanki ülkeyi kurtaracak, ne lan bu! Beni bile yıldırdılar.”


Kısacık boyuyla kendi kendine konuşan ustasına gülüyordu Kemal. Fabrikaya girdi gireli bu kır saçlı, işinden ödün vermeyen, bir oğullarının vefasızlığına, bir de yeni atanmış müdüre söven ustanın yanında çalışıyordu. Hiç sıkılmıyordu bu adamdan. Aksine sürekli gülüyordu yeni, terlemiş bıyıklarıyla. Keyfi yerindeydi Kemal’in. Uğraşmak için sataşmak istedi. 


“Aman be Usta,” dedi alaycı tavrıyla. “Ne sövüp duruyorsun yine? Hem bak, Amerikalılar sayesinde ekmek kazanıyoruz. Onlar olmasa işsiz kalmaz mıydık?” Rıza Usta yine sinirlenecekti ki karşısındakinin daha çocuk olduğunu hatırladı. “Sen ne bilirsin lan! İşine bak.” Kıs kıs gülen Kemal, “Sen her şeyi bilir misin Usta?” dedi. Ters ters baktı ustası. “Bilirim elbet. Eski toprağız biz. Eskiler her şeyi bilirdi. Şimdiki gençler böyle değil. Sövüyorum size çünkü hak ediyorsunuz. Bilir misin diyor bir de. En çok da insanını bilirim bu toprakların. Kahpesini, hırsızını, namuslusunu; müslümanını, gâvurunu... Hepsini iyi bilirim. Benim gibisini bulabilir mi müdürün?  İşimde de ustayım görmez misin? Benden daha iyisini bulamaz bu topraklarda. O kadar şey söylerim çıkarabildi mi beni sosyete müdürün?” Cümlesini bitirir bitirmez yılların vermiş olduğu gururlu gülüşünü yüzünün tam ortasına yerleştirdi. “Ne günlerdi be!” dedi içinden. Yine eskilere dalmıştı. Çok eskilere, gençliğine... “Bu vatan için canımı da verirdim de nasip olmadı işte.” Gözlerini yere dikip odaklanmıştı. Harıl harıl çalışan makinaların, diğer ustaların sesidir unuttu gitti. Duymaz oldu. Askerliği, komutanı Yüzbaşı Tahir gelmişti aklında. Yiğit adamdı. Trakya’da her zaman askerlerinin önünde kahramanca savaşmıştı. Aslan kesilirdi baskınlarda, istediğini almadan dönmezdi geriye. Bir gün, yine bir baskın sonrası askerlerini toplayan Yüzbaşı, tüm askerlerinin önünde kendisini öve öve bitirememiş bir de üstüne çavuşluk vermişti. “Artık sen benim sağ kolumsun Rıza.” demiş, güçlü elleriyle tebrik ettikten sonra heybetli yürüyüşüyle karargâhına dönmüştü. Komutanı bunları söylerken nasıl da coşmuştu. Titremiş, ter içinde kalmıştı. Az daha sevinçten ellerini öpecekti aslanlar aslanı komutanının.


Zaferler üstüne zaferler elde edilince savaş kazanılmış, her asker gibi Rıza da evine gönderilmişti. İlk başlarda ne iş tutarım diye kara kara düşünmüş ancak kısa zaman içinde işini bulmuştu. Semtin tepesindeki fabrikaya komşusu aracılığıyla girmişti. Sıkı, çok sıkı çalışıp işi kısa sürede öğrenmiş, mevcut ustalara bile taş çıkartmıştı. Fabrikadaki tüm çalışanlar Rıza’nın bu haline şaşıyordu. “Ne vardı sanki bu kadar çalışacak?” diyip duruyorlardı. Fabrika müdürü ise fark etmişti Rızayı. Herkese de örnek olsun diye maaşına zam yapıp kendisini de ustalık görevine getirmişti. 



Ağzında sigara, alnında ter... Makinayı birden fazla kırılmış koluyla güç bela çevirdi. Makinanın ürkütücü sesiyle geçmişi gözünden siliniverdi. Kemal’e uzun uzun baktı. Paydosu bekliyordu oflaya poflaya. Düşündü. Geçmişindeki genç Rıza ile aralarında ne kadar çok fark vardı! Kıyaslamaya başladı. Genç Rıza savaşmıştı, savaşlar kazanmıştı. Kemal daha askere gitmeye bile göze alamıyordu. Zorluk görmüştü Rıza, çoğu zaman aç kaldığı olmuştu. Günlerce, karın ağrıları çekmişti. Çırağı ise bolluğun içine düşüvermişti. Devir bolluk devriydi. Çalışıp para kazandın mı ağa da sensin, paşa da. Bir daha baktı. Kıyaslamaya devam ediyordu kendince. Genç Rıza edepliydi, olur olmadık yerde anlamadığı mevzulara burnunu sokmazdı. Yakışıksız kalırdı hem. Ustasının yanında gülmek bir kenara, sırıtmazdı bile. 


Tiksintiyle baktı Kemal’e. Asla gençliğine yaklaşamayacaktı. Kolay mıydı askerde komutanlarından, fabrikada yüksek müdürlerden övgüler almak? Değildi elbet.  Bugüne bugün askerde çavuş, işinde ustaydı.


Kendisiyle birlikte kocamış burnundan, içine gömülmüş avurtlarından terler akıyordu. Alışılmış bir hareketle terini, iş kıyafetine sildi. Sigarasını yere attı. Kemal’i, şimdiki tüm gençleri ezer gibi sigarasını ezdi. “Allahaısmarladık.” bile demeden yine o gururlu edasıyla evinin yolunu tuttu.