"... bazı çocuklar ne kadar zor olabiliyor değil mi?
İstediklerini almak için bağır çağır ağlıyorlar. Bunu yapmalarının sebebi her ne yaparlarsa yapsınlar terk edilmeyeceklerini biliyor olmalarıdır.
Ama o...
O hiç..."
Bu sahneyi izlediğinden beri durgundu. Geri sarıp tekrar izledi sonra tekrar ve tekrar.
Keyfi kaçmıştı.
Belli ki ona değen bir şeyler vardı. Bu sahnede kendini yerine koyduğu o çocuk kendisi miydi, onun için bunları söyleyen o kız ihtiyacı olan şey miydi?
Bir kadının ona merhamet edip onun için kaygılanması ve en önemlisi onu anlaması.
Peki kimdi bu kadın?
Annesi?
Yıllarca uğruna savaş verip o çok beklediği, aradığı aşk mı?
Günü keyifsiz geçti. Personalar ne kadar işlevsel olsa da yapmacıklığı sevmezdi. Bu yüzden de hissettiği şey yüzüne yansırdı.
Aklına gelen her boşlukta düşündü.
"O hiç..." ne?
Terk edilmekten korkmaksızın karşısındakine tepki gösterememiş miydi?
Her fikrini söylediğimde terk edilme duygusuyla yetiştiğim için mi bu bana değiyor?
Huyu kurusun muydu kuramasın mıydı bir şeyi merak ettiğinde başı adeta belaya girerdi. İlla ışık tutacak o içindeki karanlığa.
Eve geldi. Aklına yine o sahne düştü. Açtı izledi bu sefer sesli düşünmeye başladı: "neden bu kadar izlemek istiyorum, kız ne demek istedi ben mi bağlamı kaçırdım acaba?"
Uzandı, tekrar izledi.
Haftasını düşündü. Güzel başlamıştı ama sonra kendini yine dibe çekmişti. Karar verdi bunu kendine hayat değil kendisi yapıyordu. Psikolojik yaraları çoktu açıkları böldü birini kapatsa diğerinden sızıyor, birini oturtsa unutup bir daha aynı şeyin içinde buluyordu kendini.
Cehennemi yaşatıyordu adeta kendine.
"Hayır, hayır. Bunu ben yapıyorum kendime. Tek başına hayatın bir suçu yok istediğim gibi yaşamıyorum ama iki yüzlülükten gıcık alıyorum diye nârâ basıyorum esas benim iki yüzlü."
"Salak..
Ne istediğine bir zahmet karar ver ve ona göre yaşa. Kapağını kapatsan alttan bir delik açıyorsun.
İki yüzlü..
Karar almak yolun yarısıdır moron, iddiaa ispat ister neyi yapmak istiyorsan zıddıns hayır demeyi bilmelisin. Öyle kıyıdan köşeden karakter mi oturur?"
"Çok mu yükleniyorum kendime?" diye düşündü "yoo, gerektiğinde kendimi sert ve soğuk eleştirebilmeliyim. Duygularımı bastırırsam patlar çıkar, ilerlemek istiyorsam kendime atmak zorunda hissettiğim her her bir yalanı itiraf etmeliyim ki çıksın benden bir de onunla uğraşamam" diye düşündü.
"Ama o.."
"O hiç.."
"o hiç ne be kadın.."
Genelde böyle şeyleri daha çabuk çözerdi. Bunu neden hemen çözemedi diye düşündü.
Derin derin düşünmeye başladı.
Cevabı başka bir yerde başka bir replikte geldi aklına:
"Olaysız mutlu geçirdiğim o günler. Sadece bu bile devam etmeye yeterdi hayata.."
"ben bu sıralar hiç ağlamadım. Evet, evet fazla gülmek belası.. Hayata daldım yine ama o öteki yüzüne." Ağlamanın ruhunu temizleyen en kuvvetli şey olduğunu düşündü. E tabi, tüm kompleks egolar, tüm o alınan gardlar yoktu. Tamamen zayıf ama kendi kendine.
"Ne olabilir ki? Niye çözemiyorum ya" diye düşündü.
Belli ki bunun cevabını şimdi alamayacaktı hayatın kanunu böyleydi ne geç ne erken her zaman tam zamanında akardı.
"O hiç.. o hiç.." diye geçirdi içinden..