Bir ekim gecesi yatağımdayım. Soğuk, yorganımdan içeri sızmaya çalışıyor ve ruhum üşüyor. Ruhumu üşüten, dışarıdaki soğuk değil içimdeki soğuk biliyorum. Derin düşüncelerim peş peşe zihnimi istila ederken onlara uyum sağlıyorum. Karanlığın ortasında gerçek benle her seferinde yeniden yüzleştiğim o sahnedeyim. Güzel düşler kurmaya çalışırken o, karanlık aklıma giriyor yine ve beni her gece çektiği boşluğa atıyor. Kurduğum hayalleri yıkıyor önce. Yazıya olan tutkumla kurduğum her hayale bir darbe indiriyor. Yazamayacağımı, yazsam dahi satırlarımın asla edebiyat olmayacağını söylüyor bana. Yazılarımın yüz karası olacağını, konuşmayı yeni öğrenen bir çocuğa benzedeğimi, iki deyimi bir araya getiremediğimi söylüyor. Cümleleleri öyle ağrıma gidiyor ki. Biliyorum bunu biri söylese böylesine alınmam, böylesine yerle bir olmam. Kurduğum tüm hayallerimi, araya giren bu karanlık kabuslar bölüyor. Sonra fark etmeye başlıyorum her şeyi, o kabuslar benim.
Günlüğümü yazmak için kalemi elime her aldığımda kendime kızdığımı görüyorum. Günlüğümü açıyorum, beni gülümsetecek bir şey arıyorum sayfalarda, bulamıyorum. Ve ben yine günlüğüme üzücü şeyler yazarken buluyorum güçsüz parmaklarımı. Ben kelimeleri asla uzatmam veya dolandırmam, hep direkt söylerim ne varsa aklımda. Düşüncelerim de dilim kadar keskin bu konuda hızla araya giriyor ve bir şeytan gibi fısıldıyor her gece: "Ruhunu özgür bırak."
Hep şunu düşünürüm aslında, acaba bedenim terk etse bu dünyayı ruhum küser miydi ona ya da bana? Acır mıydı canı, yalnız kalır mıydı? Ya da beden gidince her şey gider miydi, toprak mı olurdum, suya mı karışırdım? Yoksa hava beni alır götürür müydü uzaklara? Korkardım, böyle düşününce içimdeki aptal kızın gözleri dolardı. Bilirdi, çünkü öğretmeni ona söylemişti, bir şeyi sık sık aklından geçiren insanlar bunu yapmaya meyilliymiş. Evet, tam da öyle demişti çok sevdiğim bir hoca.
Ama ağlamayacağım bu gece. Biliyorum çünkü henüz cesaretim yok buna. Henüz hazır değilim. Ama biliyorum kendimden her nefret edişimde, gereksiz bir çöp olduğumu her hatırladığımda, başarısızlıklarım karşısında titreyen dizlerimin her çöküşünde, insanlara imrenerek geçirdiğim her bir saniyede ben zaten ölüyordum.
O zaman ne manası vardı ki ruhuma bu denli eziyet etmenin? Belki de ruhum bir kuştu ve uçmak için can atıyordu. Ve belki de ben buna izin vermeli, kırmalıydım ruhumu bu iğrenç çöplüğe bağlayan, zincirden bedenimi...
Uyumak üzereyim ve yine aynı sinsi şeytan soludu pis nefesini ruhuma. Ben ruhuma kıyabilir miyim!
(Resim bana ait değildir.)