Gece saat üç, korkarak uyandım. Karanlıkta sesleri seçmeye çalışıyordum. Annemdi bu, korkuyla kalktım. Yatağında oturmuş ağlıyordu. Deden vefat etmiş dediler.
Hiçbir şey hissedemedim.
Ölüm, ölmek. Ne kadar uzak kelimeler oluyor. Hissetmezsiniz. Hissedemezsiniz. Ölümü en yakın babam için hissetmiştim, çok kuvvetli bir histi. Koca bir boşluk. O zaman anlamıştım kaybetmek ne demek, ölmek ne demek… kalbimle hissetmiştim.
Şimdi ise dedem. Annemin hissettiğini ben hissedemedim.
Dua ettim. Başka bir şey gelmedi elimden. Öylece durdum. Dedemle ilgili anılarımız geldi aklıma.
Hayalle karışık dedem. Fazla bir anımız yoktu. İstanbul'a taşındıktan sonra senede bir kere görür olmuştuk. Sanki dedem vardı ama yoktu. İnce, uzun, zayıf bir dede. Küçük küçük defterleri olan, her şeyi not eden, takvim yapraklarını bile koparmayan biriydi. Evinden pek dışarı çıkmazdı. Bizim evimize bile bir kere geldiğini hatırlıyorum. Dört yıl askerlik yapmış, yüzmeyi ve okumayı askerde öğrenmiş. Oradan buradan duyup kulağımda kalan şeyler…
Dedemden geriye çok bir şey kalmadı. Masasında isli siyah defterler, el yazmalı saman sarısı Kur-an Kerim, teyzem evlendiğinde yazdığı bir küçük mektup.
Bana kalansa bir küçücük yazma isteği…