Safir amfiden çıkarken, ruhunun derinliklerindeki huzursuzluğun bedenini bir kez daha şiddetli bir şekilde sardığını hissediyordu… Harap şehrinin caddelerinde kaybolmak ve bir daha kendisini hiç bulmamak istiyor gibiydi. Saatlerce bilmediği caddelerde gezerek sonunda dilencinin evine gelmişti.
İçeri girdiğinde yüzündeki hüznü fark eden dilenci, “Ne oldu?” diye sordu. Safir amfide olanları anlattıktan sonra:
“Bu sorular hiç bitmeyecek değil mi? Hep aynı çemberin etrafında döneceğiz değil mi? Bir cevabı yok mu?
Tüm kapıları açan bir anahtar olamaz mı? Sanırım oraya hiç gitmemeliydim…” diye tamamladı sözlerini, yorgun yüzünü yere indirmişti; bir müddet o şekilde sessizliğin içinde kayboldu ve bu sessizlik dilencinin sorusu ile bir
kez daha dağıldı.
“Neden buradasın Safir, seni buraya sürükleyen şey nedir?”
Safir dilenciye tüm hikâyesini anlattığında dilenci şaşkın bakışlarla: “Tek bir yaratıcıya mı inanıyorsun?” diye sordu.
Safir yere bakan yüzünü hiç kaldırmadan:
“Artık neye inandığımı ben de bilmiyorum! Kaybolmuş gibiyim, kendi içimde bir yerlerde kaybolmuş gibiyim ve beni sadece bir tek kişi bulabilir…” diye cevap vermişti.
Dilenci konuyu değiştirmek için, belki de gecenin hüznünü uzaklaştırmak için:
“Bu gece bir şeyler çalmayacak mısın?”
Safir:
“Hayır dostum, yarışma gününe kadar ney'e olan özlemim öyle bir artsın ki, onu avuçlarımın arasına aldığımda adeta yüzlerce yıldır buluşamayan iki sevgilinin hasretiyle kavuşalım…”
Dilenci:
“Yüzlerce yıl sürecek bir hasret var mıdır? Eninde sonunda tüm gidenler unutulmaz mı? Ne dersin?”
Safir:
“Bilmiyorum…”