Yorucu bir iş günü daha sona ermişti Bay Tavşan için. Elinde bir dolu poşet, sessiz ve karanlık evinin kapısını araladı. Yorgunluğu yüzünden, vücudunun duruşundan ve kıyafetlerinin kırışığından anlaşılıyordu. Ofiste yoğun bir gündü. Ay sonu yaklaşıyor, Bay Tavşan’ın çalışanların maaşlarını düzenlemesi gerekiyordu. Günlerini masa başında geçiriyordu. Boynunu sıkan kravatı ve belini rahatsız eden kemeri, yaşadığı iş hayatının zorluklarının sadece birkaçıydı. Bu koca metropolde hiçbir şey doğup büyüdüğü kasabadaki gibi işlemiyordu. Tavşan da olsan kravatını takmalı, insan standartlarına uygun görünmeliydin. Gözleri, bilgisayar ekranına bakmaktan her akşam acıyordu. Şehir yaşantısı o ve onun gibi diğer bütün hayvanlara ağır geliyordu.
Buraya gelmeyi elbette o seçmemişti. Kasabada ne kadar mutlu olsa da ailesi ondan kendilerininkinden farklı bir hayat yaşamasını bekliyordu. Üniversite okumalı, takım elbise giymeli ve iş hayatına atılmalıydı. Bunu onun iyiliği için istiyorlardı fakat Bay Tavşan için “iyi,” böyle bir şey değildi. O doğa yaşantısından memnundu. Zıplamanın hoplamanın garipsenmediği bir yaşantı onun için en iyisiydi. Doğası, onu hoplamaya itiyordu sonuçta. Ne kadar kendi düşünceleri bu yönde olsa da hayat, Bay Tavşan için farklı şeyler planlıyordu. Altı yıl önce üniversite için şehre gelmişti. Üniversite hayatı iş hayatına nazaran kasabadaki yaşantıya daha yakındı. Orada da istediği gibi zıplayabiliyor, takım elbise giymeden bir tavşana benzeyerek yaşayabiliyordu. Üniversite hayatı ona insanlığı tanıtmıştı. Kasabalarında da insanlar vardı fakat kasaba insanının tavşana benzer yanı daha fazlaydı. Kasabada insanlar zıplamasa da neredeyse onunla aynı yiyecekleri yer, gün içerisinde aynı işlerle meşgul olurdu. Üniversitede ise durum biraz daha karmaşıktı. Her türden beslenme alışkanlığına sahip insanla tanışmıştı. Aynı zamanda buradaki insanlar sadece tarlalarla ve doğayla ilgilenmiyor; sanat, matematik, siyaset, müzik gibi onlarca farklı işle kendilerini meşgul ediyorlardı. Tavşan, üniversitede bu uğraşlardan dersleriyle alakalı olmayan hiçbiriyle ilgilenmemişti. Yıllar sonra düşününce yalnızlığını bu uğraşlara olan ilgisizliğiyle açıklayabilirdi. Dört yılda üniversiteyi bitirdi ve iki yıldır şu an çalıştığı şirkette “insan kaynaklarında” çalışıyordu. Bir tavşan olarak insan kaynaklarında çalışması ne kadar ironik gelse de işinde herkesten çok daha iyiydi. Gerekli olan hesaplamaları yeterince iyi yapıyor, gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Fakat bu durum elbette eve her seferinde yorgun gelmesine neden oluyordu.
Yine de şehirde insanlar ile iç içe geçen yıllar ona bir uğraş katmıştı. Eve ne kadar yorgun gelirse gelsin yaptığı bu “işi” aksatmıyor, hayalindekine ulaşmak için çok çabalıyordu. O gün bu uğraşını tamamlamak için gerekli olan son malzemeleri almıştı eve dönerken. Elindeki poşetler onlarla doluydu. Ceketini çıkarıp dolabına astı. Kendisine özel üretilen rugan ayakkabılarını ayakkabılığa bırakıp mutfağa yöneldi. Elindeki poşetleri mutfak tezgahına bırakıp kendine bir kupa kahve hazırladı. Kahve alışkanlığını son zamanlarda edinmişti. Ona zararlı olsa da saatlerce ayakta durmasını sağlıyordu. Gün içindeki kahve tüketimini abartmamaya çalışsa da her geçen gün kahvenin içindeki kafeine daha çok ihtiyaç duyuyordu. Sanki şehrin bütün stresi tek bardakta toplanıyordu ve onun içerse kendisini bütün bunlardan uzaklaştıracak, kasabadaki o sakin yaşantısına döndürecekmiş gibi geliyordu. Ne yazık ki kahve tek başına şehir hayatından kaçmaya yetmiyordu. Zaten bu yüzden o uğraşı edinmişti.
Bitirdiği kahvenin kupasını yıkayıp yerine geri yerleştirdi. Artık işe koyulma vaktiydi. Günün en sakin, en keyifli vakti Bay Tavşan için başlıyordu. Poşetleri yanına alıp mutfağın sağındaki büyük odaya yöneldi. Kapıyı açtığında her şeyin yerli yerinde ve her zamankinden daha hoş görünümde olması içini şimdiden rahatlatmıştı. Aylardır bu oda için uğraşıyordu. Duvarlarını ormanın bütün renklerine boyamıştı. Yeşil ve kahverengi tonlar birleşip ağaçlarla dolu bir orman görüntüsü oluşturuyordu. Özenle boyadığı ağaç desenlerinin üzerine tavana astığı yapay dallar ve sarmaşıklar sarkıyordu. Bütün o yeşil cümbüşü zeminde de yapay çimen olarak devam ediyordu. Odanın kimi köşelerine saksılarda gerçek çiçekler de koymuştu Bay Tavşan. Yapay ormanı ona gerçeği kadar olmasa da huzur veriyordu. Biraz uğraşırsa odanın sahteliğini unutabiliyor ve kendini olması gereken yerde gibi hissedebiliyordu. Odaya orman kokulu parfümler sıkıyor, bazen de sahte çimlerini nemlendiriyordu. O oda çıkışı olmayan şehir hayatından tek kaçıştı Bay Tavşan için. Yoğun ofis hayatı, küfür ve hakaret dolu trafik saatleri, gürültülü insan ortamları hepsinin saati sona erdiğinde onun için bu sahte gerçekliğin vakti geliyordu. Gecesini burada geçiriyor, kendini çok kaptırırsa çimlerin üstünde çıplak gerçek bir tavşan gibi uyuyakalıyordu.
Şimdi ise elinde bu odanın onun için tek eksiği vardı. Çocukluğunda ormana gittiği gecelerden aklında net bir ayrıntı kalmıştı. Gökyüzünde süzülen, parıldayan yıldızlar… Nadiren gezebildiği gecelerde ormanı ziyaret eder, ağaçların arasından gökyüzünü seyrederdi. Karanlık gökyüzünden ona parlak yıldızlar selam gönderirdi. Bay Tavşan yıllar içinde uzaktaki parlak dostlarını unutmamıştı, unutamamıştı. Şehirdeki ışık kirliliği yüzünden onlarla buluşamıyordu gökyüzünde. Şehre ilk geldiğinde yıldızları göremeyince çok şaşırmıştı. Sonradan ışıkları görememe sebebinin insanların yeryüzünde yarattığı sahte yıldızlar olduğunu öğrenince kaçırdığı muhteşem görüntü yüzünden insanlığa acımıştı. Sonunda o da şehirde kalmış ve eski dostlarını çok özlemişti. Fakat bu gece hasret yalandan da olsa son buluyordu. Tavana astığı sahte sarmaşıkları satın aldığı yerde ip ile asılan, ışık saçabilen büyük yıldız figürleri bulmuştu. Gördüğü an odasının tek eksiğinin bu olduğuna karar verdi ve satın aldı.
Bir an önce odanın sarmaşık kaplı tavanına sahte yıldızlarını tutacak ipleri asmaya koyuldu. Yorgunluğuna rağmen sonuç için çok heyecanlı ve dinçti. İplerin hepsini teker teker astı. Güzel görünüyorlardı fakat bir eksik vardı. Henüz parlamıyorlardı. Odanın kendi ışığını söndürdü ve yıldızların içindekileri yaktı. Karşısındaki görüntü inanılmazdı. O sakin gecelerden birindeydi şu an. Çevresini mis kokulu ağaçlar sarmıştı. Uzaklardan kuş sesleri işitti. Tepesinde eski dostları onu izliyordu eskisi gibi. Gözyaşlarını tutamadı. Nasıl da özlemişti! Odanın sahteliği zihninden uzaklaşmıştı. Boyadan ağaçlar vücut buldu, çimenler canlandı. Yıldızlar iplerinden ayrıldı ve yine ondan çok uzaklara, gökyüzüne uçtu. Duvarlar ortadan kalktı ve kapalı kutusu sonsuz bir ormana dönüştü. Gözyaşları içinde etrafını seyretti. Doğası, onu çağırıyordu. Üstündeki insan kıyafetlerini yavaş yavaş çıkardı. Bütün o gömlekler ve pantolonlar, kravatlar ve kemerler bu ormandan çok uzak yerlere aitti. O ise bu ormanın küçük, zayıf tavşanıydı. Çıplak bedeninin üstündeki kürk ona havayı hissettiriyordu. Olması gereken olmuştu artık. Bay Tavşan artık sadece Tavşandı.
Saatler geçirdi o sahte çimenlerin üzerinde. İpe asılı yıldızların ışığı bütün odayı ısıttı. Duvardaki ağaçlar gerçeğine çok yaklaştı. Nemli yapma çimler tavşanın beyaz bedenine yuva oldu. Bir tavşan nasıl görünürse öyle göründü çevresindeki onu izleyen şehrin gözlerine Bay Tavşan. Küçük evindeki bu oda artık şehirden çok uzaklardaydı. Odanın sıcaklığı tavşanın uykusunu getirdi. Şimdi de çimler ona bir yatak oldu. Huzurlu saatler ardından uykuya daldı Bay Tavşan. Ne de olsa sabah gitmesi gereken bir işi vardı.