Özet


Sait Faik Abasıyanık 1906 Kasım'ında Adapazarı'nda dünyaya gelmiş çağdaş hikayeciliğe yeni bir ses getirmiş romancı, öykü yazarı ve şairdir. 

Çok yönlü bir kimse olmasının yanı sıra onun sanata ve edebiyata ağır basan yönü öykücülüğüdür. Bilhassa ''Çehov'' tarzı durum öykücülüğü olarak bildiğimiz ve değerlendirdiğimiz öykücülüğün Türk Edebiyatı'ndaki dönüm noktasıdır dememiz mümkün. 

Sait Faik'in daha az bilinen bir yönü olan şairliği ve daha genç yaşta atıldığı şiir ile tanışması lise yıllarında olmuştur. İlk öyküsü İpek Mendil'i 1926 yılında yazdı, 1929'da ''Uçurtma'' adlı öyküsü Milliyet Gazetesi‘nde yayınlandı, 1928 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde iki sene okuduktan sonra babasının isteği üzerine İsviçre’ye iktisat okumaya gitti. Daha sonra Fransa’ya geçti. 1931-1935 yılları arasında Fransa’da kaldığı süre zarfında entelektüel çevrelere girdi. Fransa'da kaldığı sürede babası düzensiz bir yaşam sürdürdüğünü düşündüğünden kendisini geri çağırdı ve böylelikle 1935 yılında yüksek öğrenimini yarıda bırakarak Türkiye’ye döndü.

Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaptı. “Haber” adlı gazetede adliye muhabirliği yaptı. 1936‘da ilk kitabı “Semaver” yayımlandı. 

Sait Faik'in yazmayı bırakması babasının ölümü üzerine oldu. Şu an müzesi olan Burgazada'da annesi ile yaşamaya başladı. 1940'lı yıllarda Türkiye'de siyasi baskının yazarlar üzerinde baskı gösterdiği politik bir dönemde ''Şahmerdan'' adlı kitabını yayımladı. Bu kitabında bulunan bir öykü nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi‘nce yargılandı. Baraat edene kadar “Medar-ı Muaşeret Motoru” adlı kitabı da toplatıldı. 1946 yılında kendisine siroz teşhisi konulana kadar yazmaya devam etti. 

1951 yılında yazdığı “Kayıp Aranıyor” adlı kitabı toplatıldı. 1953'de Amerika’daki “Mark Twain” derneğine fahri üye seçildi. Sait Faik Abasıyanık, 11 Mayıs 1954 tarihinde Burgazada’daki evinde vefat etti. Annesinin ölümünden sonra evi “Sait Faik Müzesi” haline getirildi.

Vasiyeti gereğince eserleri Darüşşafaka Derneği’ne bırakıldı. Annesi Makbule Hanım’ın çabalarıyla ölümünden bir yıl sonra verilmeye başlanan hikaye ödülü “Sait Faik Hikaye Armağanı” günümüzde halen verilmeye devam etmektedir.

Bu makalede, Sait Faik Abasıyanık'ın edebi kişiliği, Türk Edebiyatı'ndaki yeri ve öykücülüğü ayrıyeten Çehov tarzı durum hikayeciliği mukayeseli olarak ele alınmış ve Türk Edebiyatı'nda genel hatları ile hikaye anlayış, özellik ve kullanımının devamlılığı incelenmeye çalışılmıştır. 


Anahtar Kelimeler: Çehov, Sait Faik, Öykü, Durum Hikayesi, Türk Edebiyatı



Giriş


Durum (kesit) hikayeciliği; ''Çehov Tarzı Hikaye'' de denilen bu tür merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verir; fikre önem vermez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır. Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için "Çehov Tarzı Hikâye" de denir. 

Durum (kesit) hikayeciliğinin Türk Edebiyatı'ndaki başlıca temsilcilerinden Sait Faik Abasıyanık eserlerinin neredeyse tamamında bu yolu izlemiştir.

Çehov Tarzı Hikaye'de bir olay değil günlük yaşamın herhangi bir kesiti ele alınıp anlatılan öykülerdir. Serim, düğüm, çözüm planı yoktur. Belli bir sonuç da yoktur. Olay göz ardı edilerek yaşamdan bir kesit ya da yalnıza bir durum belli bir çerçevede verilir. İnsanı da belli bir kesit çerçevesinde verir. 

Durum öyküsü olaysız, bir öykü biçimidir, gerilim ve akış sık değildir hatta yoktur. İzlenimler, çağrışımlar vardır. Anı yaşar, anı yaşatır gibi olayın ya da durumun herhangi bir yerinden girilip akışa dahil olunabilir. Genel anlamda bildiğimiz roman, hikaye, öykülerde olduğu gibi konunun yahut olayın işleyişine ilişkin çağrışım ya da ipuçlarına durum öyküsünde rastlanmaz, bu olay öyküsünün bir gereğidir.

Durum öyküsünde yazara anlatımda imkan sağlayan şiirsellik Sait Faik'in "Singarit Baba" ve "Dülger Balığının Ölümü" vb. gibi öykülerinde görülebilir. 

Durum öyküsü, konularını yaşamın içinden gelişigüzel seçer ve yine gelişigüzel işler. İnsanları kendi ortamları içinde verir; giriş, gelişme olmadığı gibi düğümü ve çözümü de olmayan bir öykü biçimidir. Bu sebeptendir ki bu öykü biçimine "atmosfer ve ortam öyküsü" de denir. 

Durum (kesit) hikayeciliği; ''Çehov Tarzı Hikaye'' türünde metin bitse dahi öykünün bitmediğini hatta yeni başladığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Öyle ki Sait Faik'in öykülerinde sözü yahut sonucu okura bırakırcasına ifadeleri bunu destekler niteliktedir. 


Durum-Kesit Öyküsü Örneği:


Memur'un Ölümü


Bir gece, mümeyyiz İvan Dimitriç Çerviakov, ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş, dürbünle "Kornevil Çanları"nı seyrediyordu. Çerviakov seyrediyor, saadetin en yükseklerine ulaştığını duyuyordu. Derken birdenbire yüzü buruştu. Gözleri kaydı, soluğu kesildi. Dürbünü gözünden ayırdı, eğildi ve "Hapşuuu" diye aksırdı. Bildiğiniz gibi aksırık, hiçbir yerde, hiç kimseye yasak edilmemiştir. Köylüler de aksırır emniyet âmirleri de aksırır, hatta bazen müşavirlerin bile aksırdığı olur. Herkes aksırır. Çerviakov hiç de bozulmadı, mendili ile ağzını burnunu sildi, nazik bir insan gibi, kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için çevresine bakındı. Ve derhal mahcup olmak zorunda kaldı. Önünde, birinci sıra koltuklardan birinde oturmakla olan yaşlı bir zatın, dazlak kafasını, ensesini eldiveni ile dikkatle silmekle olduğunu, bir şeyler mırıldandığını gördü. Çerviakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil generallerden Brizialov olduğunu tanımakta gecikmedi.

Adamın üstünü başını berbat ettim, diye düşündü. Gerçi, benim âmirim değil, yabancı ama ne de olsa hoş bir şey değil. Özür dilemeliyim. Çerviakov öksürdü, gövdesini biraz daha ileri doğru verdi. Generalin kulağına:

Af buyurun efendimiz, diye fısıldadı, üstünüzü başınızı berbat ettim, istemeyerek oldu. 

Zararı yok, zararı yok!

Allah rızası için af buyurun! Ama ben... Böyle olmasını istemezdim.

Fakat oturunuz rica ederim. Bırakın da dinleyeyim! Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Tiyatroyu seyrediyor ama zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeğe başlamıştı. Perde arasında Brizjalov'a yaklaştı yanı başında yürüdü, ürkekliğini yenerek mırıldandı: 

Efendimiz, üstünüzü başınızı berbat ettim. Af buyurun! Hâlbuki ben... hiç de böyle olmasını istemiyordum. General:

Yeter artık canım, ben onu unutmuştum bile, hâlbuki siz boyuna tekrarlayıp duruyorsunuz, diye söylendi, alt dudağını da hızlı hızlı oynatmaya başladı.


Çerviakov, şüpheli şüpheli generale bakarak: "Unutmuş ama gözleri hain hain bakıyor, konuşmak bile istemiyor" diye düşündü. Bunun bir tabiat kanunu olduğunu kendisine anlatmalı idim. Yoksa herif tükürmek istediğimi sanabilir. Şimdi sanmasa bile, sonra sanabilir. Çerviakov evine gelince ettiği kabalığı karısına anlattı. Karısı, görünüşe göre, olup bileni pek de umursamadı. Yalnız korktu, ama Brizjalov'un bir "Yabancı" olduğunu öğrenince rahat, bir nefes aldı:

Neyse sen yine gidip ondan özür dile, dedi. Sosyete hayatında nasıl hareket edileceğini bilmediğini sanabilir.


Bütün mesele işte burada ya! Ben özür diledim ama o biraz tuhaf davrandı. Akla yakın bir tek söz söylemedi. Hoş konuşmaya da vakti yoktu ya.

Ertesi gün Çerviakov yeni üniformasını giydi, tıraş oldu, meseleyi Brizjalov'a anlatmaya gitti. Brizjalov'un bekleme odasına girince orada birçok ricacılar, bunların arasında da, ricacıların dertlerini dinlemeğe başlamış olan Brizjalov'u gördü. General birkaç ricacının derdini dinledikten sonra gözlerini Çerviakov' a kaldırdı. Mümeyyiz:

Dün gece "Arkadi" de, diye anlatmaya başladı, eğer hatırlarsanız efendim, aksırdım ve istemeyerek üstünüzü başınızı berbat etmiştim. Af.

Sivil general:

Ne saçma şey. Aman Yarabbi! diye mırıldandı ve bir başka ziyaretçiye dönerek, siz ne istiyorsunuz? diye sordu. Çerviakov sarararak, konuşmak istemiyor diye düşündü. Demek ki kızıyor, Hayır bunu böyle bırakmamalıyım, ona anlatmalıyım.

Sivil general son ricacı ile konuşmasını bitirip çalışma odasına doğru yürüyünce, Çerviakov da arkasından yürüdü. 

Efendimiz, diye mırıldandı, efendimizi rahatsız etmek cesaretinde bulunuyorsam, bu sadece içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de bilirsiniz ki efendimiz, isteyerek yapmadım. Sivil general ağlamaklı suratını astı, elini sallayarak: 

Fakat efendim siz benimle düpedüz alay ediyorsunuz! dedi, kapının arkasında kayboldu.


Çerviakov evine giderken böyle düşünüyordu. Generale mektup yazmalı. Düşündü taşındı, ama bu mektubu bir türlü toparlayıp yazamadı. Ertesi gün kendisinin gidip işi anlatması lâzım geldi. General sorgu dolu gözlerini ona diktiği zaman Çerviakov: 

Dün efendimizi, buyurduğunuz gibi, alay etmek için rahatsız etmeğe gelmemiştim. Aksırırken üstünüzü başınızı berbat ettiğim için özür dilemeğe gelmiştim. Alay etmek benim ne haddime? Bizler alay etmeğe kalkarsak o zaman, efendime söyleyeyim, insanlara saygı kalır mı?


Mosmor kesilen, sapır sapır titreyen general, birdenbire:

Defol! diye bağırdı.

Dehşetinden kireç gibi olan Çerviakov, bir fısıltı hâlinde:

Ne buyurdunuz? diye sordu. General ayaklarını yere vurarak: 

Defol! diye tekrarladı.


Çerviakov'un karnında bir şeyler koptu. Hiçbir şey görmeden geri geri kapıya gitti, sokağa çıktı, yürüdü, bir makine gibi evine gelince, üniformasını çıkarmadan, kanepeye uzandı ve öldü.


Anton Çehov


 1- Sait Faik Abasıyanık Seçme Hikayeler Kitabından Durum (Kesit) Hikayesi'nin Ön Plana Çıktığı ''Son Kuşlar''


Abasıyanık, Seçme Hikayeler adlı kitabındaki Son Kuşlar isimli hikayesinde alışılagelmiş anlatımı ve ifadeleriyle karşımıza çıkar. Sait Faik alışılagelmiş bu ifadeleri öykülerine malzeme ederken asla sığ bir şekilde bunu kullanmaz. O üslubunu ve tarzını bozmamakla birlikte en sade, en etkileyici ve en samimi şekliyle bu ifadeleri öyküsüne, şiirine konu eder. İşte Sait Faik'in Son Kuşlar adlı öyküsü de bu denli içtenlikle karşımıza çıkar. 

Son Kuşlar adlı öyküde Abasıyanık'ın hem çok benimsediği hem de kendisinden de bildiğimiz üzere yaşamını orada sürdürdüğü ada yaşantısı karşımıza çıkar. Ada yaşantısının günlük akışı ifade edilirken aynı zamanda iç ve dış tasvirler de öyküde en etkili şekli ile yer alır. 

Tasvir konusu bir yana dursun gündelik akışın aynen yansıtılması ve kişilerin kendi çerçevesi içinden yan bir durum yahut davranış olmadan salt aktarımı Sait Faik Abasıyanık'ın durum hikayeciliğini en güzel şekilde ifade ediş biçimi olarak değerlendirilebilir.

Bu gibi ifadeler de Abasıyanık'la bütünleşmiş olmakla birlikte öyküdeki samimi içeriği korur ve gözümüzde canlandırabilmemiz açısından bize daha geniş olanak hazırlar. Şöyle ki Son Kuşlar adlı öyküsünde kullandığı bazı motifler şunlardır; kır kahvesi, ada, İstanbul - Yeşilköy, ağaç, yeşillik, kuşlar, sonbahar kocayemişleri vb.

Sait Faik, bu gibi ifadelerle harmanladığı öyküsünde ve diğer öykülerinde iç ve dış tasvirlerden başka bir de gündelik yaşantısında rastlayabileceği olayları ve sıradan diyalogları metine ilave eder; öyle ki, gündelik olayın aynen aktarımı ya da kişinin olduğu gibi aktarımı Çehov tarzı hikayeciliğin bir gereği olarak bilinir.

Abasıyanık, tüm bu bahsettiklerimizle öyküsünü oluştururken bazen de monologlarla okuyucusuna seslenir. Ve hatta birçoğumuzun bildiği, artık aforizma haline gelmiş, dilimize pelesenk olmuş şu kısım Son Kuşlar öyküsünün son kısmında bulunur;

''Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.'' 



Hişt, Hişt!...


Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.

Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.

Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:

- Hişt, dedi.

Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken:

- Hişt hişt, dedi.

Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.

Hişt! dedi yine.

Bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.

Yolun kenarına oturdum. Az ötemde bir eşek otluyor. Onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. Otluyor. Otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. Belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi hişt hişt diye duymuşumdur. Eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:

- Hişt hişt hişt, dedi.

Hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.

Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.

Yola indim. İstediği kadar hişt desin. İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.

Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.

İyisi mi ben kendim hişt hişt derim. O zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.

Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. İki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş.

Bir adam yer belliyordu. Belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.

- Merhaba hemşerim, dedi.

- Ooo! Merhaba! Dedim.

Tekrar işine daldı. Hişt hişt, dedim. Aldırmadı. Bir daha hişt, dedim. Yine aldırmadı. Hızlı hızlı hişt hişt hişt!

- Buyur beğim, dedi.

- Bir şey söylemedim, dedim.

Küçük parmağını kulağına soktu. Kaşıdı. Çıkarıp parmağına baktı. Belin sapına siler gibi yaptı.

- Hişt hişt, dedim.

Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüphe ile bana baktı.

- Bu sene enginarlar nasıl? Dedim.

- İyi değil, dedi.

- Baklayı ne zaman keseceksin?

- Daha ister, dedi.

Nefes alır gibi hişt dedim.

Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.

- Kuşlar olmalı, dedim.

- Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.

- Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı…

- Yıkattın mı?

- Yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. Alıverdi; pislikmiş.

- Çocuklar nasıl? diye sordum.

- İyiler, dedi. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya…

- Sus, sus, dedim. Yürekler acısı. Haydi Allah'aısmarladık!

- Haydi güle güle.

Biraz uzaklaşınca:

- Hişt hişt.

Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu oydu.

- Hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.

- Yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?

- Sen değil misin hişt hişt diyen?

- Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?

Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Hişt hişt!

Hişt hişt!

Hişt hişt!



Hişt, Hişt!...


Sait Faik Abasıyanık Hişt Hişt adlı hikayesinde diğer hikayelerine kıyasla biraz daha farklı olarak somut tasvirden ziyade soyut tasviri de ön plana çıkarmış ve her ikisini bir arada kullanmıştır. Buna örnek olarak şu diyalogları gösterebiliriz:

-''Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu bosunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken: 

- Hişt hişt, dedi. 

Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen. 

-Hişt! dedi yine. 

Bu diyalogta Sait Faik, diğer öykülerinden de aşina olduğumuz gibi gündelik yaşantıya, kırsal kesim ve köy yaşantısı motiflerini dahil etmiştir ancak bunu yaparken bildiğimiz üslubundan farklı olarak bu olayı yalnızca dış tasvirle sınırlandırmamıştır.

Yazar, ''Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakmadım. Olabilir.'' Derken kendi içine yönelmiş, içinde bulunduğu duygu karmaşası ve ruh halini betimlemiştir. Buna dayanarak yazar iç tasviri de ön plana çıkarmıştır diyebiliriz. 

Buna müteakiben bu öykü içerisinde gerek üslup gerekse anlatım, biçim ve tarz yönünden Sait Faik'in edebi kişilk ve eserleri ele alışı bakımından Durum (kesit) hikayeciliğinin daha hafif bastığını söylememiz mümkündür. Zira diğer başlıklar altında incelemiş olduğumuz ve genel çerçeveden de baktığımız Durum (kesit) hikayeciliğinin bir gereği olan olayı yahut kişiyi ''salt'' ele alma ve herhangi bir ek durum ya da yan karaktere takılmaksızın durumları ''olduğu gibi ele alma'' Çehov tarzı öykücülüğün bir gereği sayılmaktadır; buna bakarak Abasıyanık'ın bu öyküsünde yüzde yüz bunu gözlemleyemeyiz.

Ancak bildiğimiz ve gözlemlediğimiz üzere Sait Faik'in yalnızca öykücülüğünde Durum (kesit) Çehov tarzı öykücülüğü işlemesinin ve Türk Edebiyatı'ndaki temsilcisi olmasının yanı sıra bu işleyiş onun bizzat edebi kişiliğine ve üslubuna da doğrudan etki etmiştir; bu sebeptendir ki her öyküsünde yüzde yüz durum öykücülüğünü göremesek bile bundan izler yahut ifadeler görürüz. 

Aşağıdaki diyalogtan da bu durumun örneğini görebiliriz:

 

''Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüpheyle bana baktı.

-''Bu sene enginarlar nasıl dedim?'' 

-''İyi değil'' dedi. 

-''Baklayı ne zaman keseceksin?''  

-''Daha ister'' dedi.

Nefes alır gibi ''hişt'' dedim. 


Bu ifadelerde, bilhassa ''Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüpheyle bana baktı.'' gibi ifadelerde gördüğümüz üzere kişinin ya da olayın tasviri düz cümleler içerisinde, kısa özet ile ancak en mühimi ''olduğu gibi'' ya da daha başka bir deyişle ''olması gerektiği gibi'' verilmiştir. Bu da yine bahsetmiş olduğumuz gibi Durum (kesit) öykücülüğünün gereğidir.

Ayrıca başka bir hususu da eklememiz gerekirse; Sait Faik, bu satırlarda başta bahsetmiş olduğumuz soyut ve somut - iç ve dış tasvirin bir arada verilmesi olayını sürdürmüştür; yazar gökyüzünü, kuşları ve deniz motifini ön plana çıkarırken gündelik yaşantısında halktan insanların diyaloglarıyla da metne samimiyet katmıştır.  


Ceylani Bahri 


Neremden geliyor bu sevinç?

Sana baktıkça çocuğum:

Maviliklerin, badem ağaçlarının, metruk havuzların kurbağa seslerinin

Güzelliğinim

İskele çımacısının altın yüreğini...

Gelecek bir sabah vakti, güneşten;

-Derin elemlere rüzgar-

Bastonunda kış armutları asılı

Küpeştesinde ekmek ayvaları,

Kirli yelkenine fırtınalar sarılı

Kavunlarında sulh ve sükun

Halatlarında mesut sahillerle

Bir ceylan-ı bahri.


Sait Faik Abasıyanık'ın Ceylani Bahri adlı şiirini yorumlarken şiiri tam metin olarak gözler önüne sermek istedim, bunun sebebi ise yazarın şu ana dek yorumladığım ve yorumlamadığım eserlerinde işlediği konular ve üslubu gereğince kullandığı ve sıklıkla bahsettiğimiz motif ve ifadelerin bu şiiri içerisinde somut şekilde tam anlamıyla karşımıza çıkması...

Abasıyanık, bu şiirinde özellikle tasvir gücünü ön plana çıkarmıştır. Mavilikler, badem ağaçları, metruk havuzları, kurbağa sesleri vb. ifadelerin sıklıkla şiirde yer edinmesi bu durumu en güzel şekilde özetler.

Öte yandan, ''Bastonunda kış armutları asılı'' ifadesinde *bastonunda kelimesi gemilerin başındaki direğin ileriye doğru uzanmış kısmı anlamına gelmektedir. Sait Faik'ten epeyce aşina olduğumuz bir durumdan bahsetmekteyiz; o, şiirine ve hikayesine denizi, deniz insanını ve denizle ilgili pek çok olgu ve olayı malzeme etmeyi çok sever, onun eserlerinde deniz ve denizcilikle alakalı her şey bir tema niteliğindedir. İşte Ceylani Bahri adlı şiirinde de tam olarak bu durumu gözlemleriz.

Sait Faik, pek çok eserinde denizi, deniz insanını işlerken bu doğrultuda belki de yapılabilecek en isabetli ve etkili yöntemi kullanarak iç ve dış betimlemeye gider, bu da okuyucuyu metnin gerçekliğe yakınlığı açısından tatmin eder. Misal olarak; ''Gelecek bir sabah vakti, güneşten'' ifadesinde sabah vakti ve güneşten ifadeleri şiirin içeriği ile bir bütünlük arz eder; yani, Sait Faik'in bizde çağrıştırdığı ve çağrıştırmak istediği o sıcak deniz havası, samimi diyalogların etkisi konuyla alakalı bu takım tasvirlerle desteklenir niteliktedir. 


Sait Faik Abasıyanık - Şimdi Sevişme Vakti / Sicilya Ormanları


Sait Faik, Şimdi Sevişme Vakti adlı kitabı içerisindeki ''Sicilya Ormanları'' adlı şiirinde, şiir ve hikayelerinin vazgeçilmezi olan, Sait Faik deyince ondan bağımsız düşünemediğimiz gökyüzü, mavi, gemi, yelken vb. gibi denizi çağrıştıran birçok ifadeye yer vermiştir.

Sait Faik denince aklımıza gelen ve ondan bağımsız olmayan bu ifadeler onun şiirinde adeta bir motif, bir imge haline gelmiştir. 

Abasıyanık'ın şiir ve hikayelerinde yapmayı sevdiği bir diğer şey ise mekan ve yer isimleri kullanmak ve bu isimler üzerinden betimleme yapmaktır. Sicilya Ormanları adlı şiirinde de bunu uygulamalı olarak görürürüz.

Örneğin;

 

''Bu Adriyatik dalgalarına, 

Gemilerin yelkenlerine sardığım kalp.'' derken ''Adriyatik dalgalarına'' kısmı üst kısımda anlattığımız yere örnek oluşturacak niteliktedir.

Sait Faik şiirlerinde dikkat çeken bir diğer husus ise kullanmış olduğu imge ve motiflere insana özgü özellikleri sıklıkla yüklemesi yani teşhis sanatını eserlerinde sıklıkla kullanmasıdır. Bu özelliği artık onun eserlerinin üslubu ve metodu haline gelmiştir diyebiliriz.

Bu ifadeye Sicilya Ormanları şiirinden örnek olarak;

''Gökyüzü kadar esrarlı 

Ve intikamcıdır ha! '' kısmını gösterebiliriz. 

Genel bir ifadeyle söylemek gerekirse; Sait Faik'in şiirlerindeki üslubu diğer hikaye ve eserlerindeki üslubu ile benzerlik gösterir çünkü onun metodu şiire kattığı imgeden motife kadar her şey haline gelmiştir. Bu sebeptendir ki Sait Faik deyince denizin mavisi, gökyüzü, kuşlar, sıcak hava, halktan insanlar ve gündelik diyaloglar gibi sahici ve samimi ifadeler bizde çağrışım yapar. 


Sait Faik Abasıyanık - Şimdi Sevişme Vakti


Sait Faik, Şimdi Sevişme Vakti adlı kitabıyla aynı adı taşıyan şiirinde bizim benimsediğimiz, içselleştirdiğimiz ve halk motifi olarak sayılabilecek bu gibi bazı ifadeler kullanmıştır; Anadolu şehri kahvesinde, ak sakallı kasketli, küfelerle dolu pazar, Karacaoğlan'dan, Yunus'tan...

Bu ifadelere bakarak söylememiz mümkündür ki; Sait Faik şiirinde her ne kadar şiiri ithaf ettiği kişiye karşı bir sesleniş içerisinde olsa da kendi değer yargılarını yine göz önünde bulundurarak anlam ve cümle bütünlüğünü sağlamıştır.

Sait Faik, hemen hemen her şiir ve hikayesinde olduğu gibi bu şiirinde deniz, deniz ve kıyı insanı, gökyüzü vb. gibi ifadeleri ön plana çıkarmak yerine daha çok somut ifadelere başvurmuş ve şiirin kaynağını bizim daha çok Halk Edebiyatında gördüğümüz ifadelerden seçmiştir. Buna güzel bir örnek olarak şu dizeleri gösterebiliriz;

''Söylemeliyim 

Yok

Yok... meydanlarda bağırmalıyım,

Bu küçük 

Güllerin buram buram tüttüğü 

Anadolu şehri kahvesinde 

Kiraz mevsiminin 

Sevişme vakti olduğunu.'' 

Abasıyanık, bu dizelerde asıl vurguyu şiiriyle aynı adı taşıyan ''sevişmek vakti olduğunu'' kısmına çekse de diğer dizelerdeki ifadelerde açıkça Halk Edebiyatına özgü ifadeler kullanmıştır. 

Öte yandan, şiirin son mısralarında 

''Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğunun 

Oğlu bir şiir okusa

Karacaoğlan'dan 

Orhan Veli'den 

Yunus'tan, Yunus'tan...''

derken dikkat çeken diğer bir husus; Karacaoğlan ve Yunus gibi isimler arasında Orhan Veli'nin de bulunmasıdır. 

Bunu iki sebebe bağlayabiliriz; birincisi halk motifleri ve Halk Edebiyatı ile bütünleşmiş, onlardan bağımsız düşünülemeyecek iki isim olan Karacaoğlan ve Yunus Emre arasında zıtlık yaratarak şairler arasında bir bütünleşme sağlamak... İkinci ise; naçizane fikrim olarak Sait Faik ve Orhan Veli'nin göz ardı edilemeyecek dostlukları ve bu dostluk, samimiyetten kaynaklı Sait Faik'in şiiri içerisinden Kanık'a bir gönderme yapması.

Her iki şekilde de söylememiz mümkündür ki; Abasıyanık, Şimdi Sevişme Vakti adlı şiirinde gerek kendi imgeleri, gerek Halk Edebiyatı ile özdeşleşmiş motifler, gerek bizim içselleştirdiğimiz ve benimsediğimiz ifadeler ve gerek tezatlıklar olsun hepsini harmanlayarak ortaya bu şiiri çıkarmıştır. 

Özetle söylememiz mümkündür ki; Şimdi Sevişme Vakti adlı şiirinde Sait Faik çoğu değer yargısını kullanarak bu şiirin bütünlüğünü oluşturmuştur.


Sonuç Ve Öneriler


Durum (kesit) hikayesi; diğer bilinen adıyla Çehov tarzı hikayecilik diye nitelendirdiğimiz, edebiyatımızdaki en ünlü temsilcisi Sait Faik Abasıyanık olan bu hikayecilikte olayların, şahısların, koşulların, durumların ve hikayeye konu edilen diğer her türlü unsurun ''olduğu gibi'', ''olması gerektiği'' gibi aktarılması ya da aktarılması gerektiği bilinen bir gerçektir ve bu öykücülük tarzının gereğidir.

Sait Faik Abasıyanık, yazın ve yayım hayatının en başından en sonuna hatta yazı hayatına ara verdiği, bıraktığı dönemden, şiire yöneldiği döneme varıncaya dek bu üslup ve tarzda ısrarcı kalmıştır; başka bir deyişle söyleyebiliriz ki bu anlatım zaman içerisinde onun edebi kişilik unsuru haline gelmiştir. 

Bugün durum (kesit) hikayesi; bilinen adıyla Çehov tarzı hikayeciliği sürdüren ve bundan ilham alarak eser veren isimler yahut bu yolu izleyen isimler bulunmaktadır. Ancak bu tarzı eserde dönüm noktası haline getirmezler. Edebiyatımızda Sait Faik Abasıyanık, dünya edebiyatında Anton Çehov'un yanı sıra yine edebiyatımızda durum (kesit) hikayesi veren başlıca isimlerden Memduh Şevket Esendal'ı örnek olarak vermemiz mümkündür.


Durum (kesit) hikayesinin karşıtı ve hikayenin merkezine ''olay'' ve ''insan''ın kendisini koyan hikaye; olay (vaka) Maupassant tarzı hikayeciliği de bununla birlikte ele alan ve ikisini birlikte sürdüren yazarlar da pek tabii vardır. Bu isimler arasında: Tahsin Yücel, Nezihe Meriç, Muzaffer Hacıhasanağaoğlu, Adnan Özyalçıner, Yusuf Atılgan, Erdal Öz, Tarık Dursun K, Demirtaş Ceyhun, Sevgi Soysal, Saadet Ulçugür gibi edebiyatımızın nadide isimlerini saymamız mümkündür. 


Günümüzde var olan, güncel ve yenilikçi eserlere ve bilhassa hikayelere baktığımız vakit görmekteyiz ki bu kıstaslar pek fazla göz önünde tutulmadan, gündemleştirilmeden ve salt ele alınmadan üstü örtülmektedir. Öte yandan gerek edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından bu türün yahut türlerin öncülerinin eserleri tekrar tekrar basıldığı vakit esas orjinalliğini yitirmekte ve var olan üslubu, tarzı koruyamamaktadır. 

Özetleyecek olursak; günümüzde yenilikçi ve güncel yazar - şairlerin fikirlerini, yeniliklerini, düşüncelerini, ideolojilerini, tutunduklarını daha iddialı, daha kalıcı ve daha verimli hale getirmelerinin yolu eser içindeki kurgu, olay örgüsü, akışla doğru orantılıdır ve okuru bizzat içine çeker. Bu sebeptendir ki gerek hikaye gerekse farklı türlerde eskiyi sağlamlaştırmanın yanı sıra yeni ve yenilikçi türler de aslına uygun şekilde sağlamlaştırılıp okuyucu ile buluşturulabilir. 



                                       KAYNAK

ABASIYANIK , S. (2012)

Sait Faik Abasıyanık'ın Çehov Tarzı Öykücülüğünden Şiire Uzanan Yolculuğu.

Seçme Hikayeler. I. II. Basım (Ocak 2012)

ABASIYANIK, S. (2012)

Sait Faik Abasıyanık'ın Çehov Tarzı Öykücülüğü'nden Şiire Uzanan Yolculuğu 

Son Kuşlar. I. Basım (Ekim 2012)

ABASIYANIK, S. (2012)

Sait Faik Abasıyanık'ın Çehov Tarzı Öykücülüğü'nden Şiire Uzanan Yolculuğu

Şimdi Sevişme Vakti. I. Basım ( Haziran 2012)

Türkay KORKMAZ, Türk Dili Dergisi,

Sayı 158


EKLER

Ek 1: Ara Güler gözünden Sait Faik Abasıyanık 


 

http://www.sinematurk.com/kisi/3218-sait-faik-abasiyanik/fotograflar/