Sabah olmuştu ve sokaklar şehrin telaşına kapılan insanlarla dolmaya başlamıştı bile. Araç sesleri, okula giden çocuklar… Yatağımın yanındaki pencereden yüzüme vuran güneş gözümü kamaştırıyordu. Geceki fırtınadan eser yoktu. Yattığım yerden yavaş yavaş doğrulurken hayatımın ne kadar monoton olduğunu tekrar hatırlattım kendime. İş ve ev arasında süren hayatım, bazen sahilde bir çay ve kahve. Ardından yine ev ve iş. İnsan bunun için yaşamamalıydı yalnızca. Karnını doyurmak için bir işte çalışmak ve karnını doyurup hayatını idame ettirmek. Bu döngüyü düşündükçe oldukça sıradan bir insan olduğuma bir kez daha kanaat getiriyorum. Tüm bunların ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürken birden aklıma içerdeki misafir geldi. Sahi ya! Tamamen aklımdan çıkmış. Sakit Bey! Belki de çoktan uyanmıştır.
Sakit Bey orta yaşlarda, hafif uzun saçını yandan ayırmış, şık giyimli, kirli sakallı, sağanak yağmur ve şiddetli rüzgarda elinde bir kitapla saçak altında yağmurun dinmesini beklerken hasbelkader fark edip soğukta kalmaması için evime davet ettiğim bir beyefendi. Bakışlarında sanki daimi bir yorgunluk ve minik bir tebessüm... Sessiz birine benziyor. Sorduğum sorulara büyük bir nezaket ve güzel bir üslupla uzun uzadıya cevaplar veriyor. Ama sonra birden susuyor ve hiçbir şey merak edip sormuyor, hiçbir şeye değinmiyor. Sanki kimseyi tanımaya hevesi kalmamış gibi. Bazen de kendince çıkarımlarda bulunup olayın iç yüzüne hiç değinmeden birden cümlesini bitiriyor. Dün gece de aynısını birkaç kez yapmıştı. Onu tanımak ve anlamak sanırım biraz zor.
İstanbul’a geleli yalnızca birkaç sene olmuş. Bir devlet dairesinde yazı işleriyle ilgileniyor. Yaptığı işi pek sevmiyor anlaşılan. Bunun sebebi çalışma ortamında hiyerarşinin çok sert sınırlarla gereksiz bir şekilde ayrılması. Çok hareketli bir hayatı yok fakat Üsküdar’da sahilde insan kalabalığının içinde bir bankta oturup martı, deniz, vapur ve insan sesleri eşliğinde kitap okumak, müzik dinlemek en sevdiği aktiviteler arasında. Bir de kahve…
Hala uyanmamış olma ihtimaline karşı ses çıkarmamaya gayret göstererek odamdan çıktım ve banyodaki el yüz yıkama faslından sonra salona doğru ilerledim. Salonun kapısı hala kapalıydı. Henüz uyanmadığını düşünerek önce mutfakta birkaç kahvaltılık ve çaydan oluşan kahvaltı masasını hazırladım. Ardından tekrar salona doğru ilerledim ve salonun kapısını birkaç kez tıkladım. Çok az bekleyip salona girdiğimde Sakit Bey yoktu. Yattığı koltuğu toparlayıp sehpanın üzerine küçük bir not bırakıp çoktan çıkmıştı.
- Size minnettarım bayım. Gitmeliyim...