Hiç olmadığım kadar huzursuz hissediyorum kendimi bu aralar.
Elimde bir mutluluk vardı, avucumda sımsıkı tuttuğum; kaçmasından korktuğum için o kadar sıkı tutmuşum ki, onu parçalara ayırdığımı anlayamadım bile.
O kadar emanet hissediyorum ki kendimi her şeye...
Sanki her şeyin sorumlusu benim, her olumsuzluk benim ellerimden çıktı sanki.
O kadar aceleci, o kadar sabırsızım ki güzel olan her şeye, hemen o an olsun istiyorum. Kendi ellerimle kendi tutunduğum dalları kopardım sanki bu kez.
Yanlış dala tutunmak değil bu defa... Tutunabilecek, buna değecek tek dalı kendi ellerimdeki baltayla hudutsuzca koparıp attım sanki. Oysa ne olurdu her şeyi düşünmeyi, sabırsızlığı bir kenara bırakabilseydim?
Şimdi ellerimde bir dal kaldı mı, yoksa sadece baltadan mı ibaretim artık? Bunu hiç bilmiyorum.
Ama bir parça dahi varsa elimde o daldan, bakın dalın kendisi değil bir parçası dahi varsa -ki bu çaresizliği size anlatmam mümkün değil- bundan sonra o dalı baltalarla değil sularla, güneşle karşılayacağım. Eğer yeşertebileceğim küçük bi dalım varsa, onu yağmurlardan bile sakınacağım.
Ben artık mutluluğun emanetiyle savaşmak istemiyorum. Bir toprakta kök salmak istiyorum artık.
O çorağı yeşertmek, filizler vermek, güne açmak, güneşe bakmak istiyorum...
Gelen fırtınaları o toprakla karşılamak, sellere o topraktaki köklerle karşı durmak, şimşeklere o toprakla sıkı sıkı sarılmak istiyorum.
Eğer bir dalım varsa yeşertebileceğim, o dala toprak olmak; eğer toprağım varsa o toprağa dal olmak istiyorum.
Ben cılız bir fidan değil, gül bahçesi olmak istiyorum artık...