Yine akşam oldu. Derin bir yalnızlık hissediyorum bu akşam. Sanki önceki akşamlar böyle değildi de, hep böyleydi. Yazmaya başladığımdan beri... İnsan bir kere yazmaya başladı mı bırakamıyor. Balmorhea çalıyor. Remembrance. Seni anıyorum. İçimden bir şeyler alıp götürüyor. Ben bir şeyler karalıyorum. Sigaramı yeni söndürdüm. Bu kaçıncı sigaraydı bugün diye düşündüm. 26. Bir paket bitmiş, ikincisini açmışım. Oradan hesapladım. Odamdayım. Ben, birkaç kitap, bir de şu pencerenin önündeki çiçek. Başkası yok. Sen yoksun mesela. Şimdi ne yaparsın bilmiyorum, nerede gezersin, kimle gezersin... Sıkı giyindin mi, havalar bu günlerde çok soğuk. Dikkat et kendine. Hayatımda bana kimse kendine dikkat et demedi. Sen de demedin. Ellerine eldiven giymiş miydin?
Bugünlerde intihara meyilliyim. Hani sen olmasan, ki yoksun zaten yanımda, bir dakika düşünmezdim. Bir dakika düşünürdüm, yalan söyledim. Hem annem çok üzülür. Çocuklar… Çocuklar örnek alır, vazgeçtim. Dün bir çocuk geldi. Kabuslarından bahsetti. Korktum, belli etmedim. Güzel şeyler düşün dedim. Kendim çok düşünüyormuşum gibi… Mavilikleri düşün dedim; denizleri, şu dağları düşün dedim. Ormanları, hayvanları, güneşi, uzayı, bulutları, kedileri… Hayal kur dedim, güzel hayaller... Hem çocukların hayal gücü yüksek olur. Ben de hayal kurarım bazen. Elimde bir kitap, karşımda sen. Oturmuşuz bir banka. Karşımızda Kız Kulesi durmakta. Biraz sonra bir rüzgar esiyor, hava bozuyor, üşüyorsun. Ellerin buz kesilmiş. Tutuyorum ellerini, ellerin avucumun içinde kayboluyor. Akşam oluverir de eve dönme vaktin gelir diye korkuyorum. Tanrım, ne çabuk geçiyor bu zaman - hayalde de olsa- Martılar uçuşuyor üzerimizde. Bak! Şu martının biri topal. Barba'nın martısı bu. Seslendim. Hey dedim, sen ölmemiş miydin? Yasını tutmuştuk geçen. Barba, ben ve Sait abi. Sait abi gülmüştü de Barba kızmıştı ona. Umursamadı, uçtu gitti. Sen gitme. Saat on buçuk. Az önce mutfağa vardım, lambası bozulmuş. Titrek titrek yanıyor. Sinir bozucu. Hani dedim, hiç yanmasan daha iyi. En azından yanmadığın belli olurdu. Moralim bozuldu, lambaya sövdüm, odama geri geldim. Ne için gittiğimi de unuttum zaten. Biraz pencereden dışarı bakayım dedim. Yağmur başlamış hafiften. Sonra kara döner belki, geçen öyle olmuştu. Yoldan birkaç araba geçti, birkaç kamyon… Fenerleri ıslanmış. Attila İlhan olsaydı böyle derdi. Yağmurun damlaları cama vuruyor, iyi de oluyor, hoşlanıyorum bu sesten. Bir bu sesten, bir de senden... Şimdi hatırladım. Kahve için su koymaya gitmiştim mutfağa. Neyse, şimdi lamba titrer, yine sinirim bozulur. Ee, döndün mü eve, yoksa hâlâ dışarıda mısın? Yanlış anlama, merak ettiğim için soruyorum bunu. Belki orada da başlamıştır yağmur, ıslanırsın. Belki bir şemsiye tutanın vardır, bilmiyorum. Umarım yoktur desem bencillik yapmış olur muyum? Hem nereden çıkardım ki orada yağmur yağdığını? Sırf burada yağıyor diye orada da yağacak değil ya. Hem belki evindesindir. Kedin ve sen bir film açmış, izliyorsunuzdur. Dizinde uyuyakalmıştır, başını okşuyorsundur. Ne mutlu ona... En iyisi ben de bir film izleyeyim. İzleyeyim tamam da kedim yok ki benim. Hem sen de yoksun. Bu düşünceler beni mahvediyor. Her akşam karnıma ağrılar giriyor. Sadece bir gün tekrar karşılaşırız, konuşuruz diye kendimi avutuyorum. Umut benim ekmeğim. Hâlâ taze ve hâlâ sıcak. Camdan gelen sesler kesildi, durmuş yağmur. Kara çevirmedi bu sefer. Sızmışım. Uyudum demiyorum çünkü ancak sızıyorum. Kalktım, işe geldim. Bugün farklı bir heyecan var içimde. Yerimde duramıyorum. Daha fazla dayanamadım. Sana geçen dediğim kitabı göndermeye karar verdim. Kargocuya geldim. Bir tane kısa boylu, kıvırcık saçlı bir abla karşıladı beni. Kargo göndermek istiyorum dedim en acilinden. Göndericinin adını sordu. Senin adını söylemişim. Şaşırdı. Pardon dedim, yanlış anlamışım. Adresini verdim, adını verdim, adını söylerken sesim titredi. Anlamadı abla, yazarak gösterdim. Ne göndereceksin dedi. Kitap dedim. Kitabı bir poşete geçirdi, üstüne adresini yazdı. Seni kalbime yazdı. Ne zaman varır dedim, yarın dedi. Güvercinle göndersem daha çabuk giderdi diye düşündüm. Çok değil, 100 km. Anlaşılan bu gece de uyuyamayacağız, belli. Olsun, önceki günlerde de pek uyuyabildiğim söylenemez. Ama bugün farklı... Heyecandan uyuyamam. Bugün ikimizin de ortak arkadaşı yanına gelecekti. Umarım anlatırsın ona birkaç bir şey. Umarım sevdiğin yoktur. Öyle umut ediyorum. Umut benim ekmeğim, hâlâ taze ve hâlâ sıcak. Bugün bir haber okudum. Yine bilmem kaç milyar ışık yılı ötede bir gezegen bulmuşlar. Yaşanılırmış, öyle diyorlar. Şimdi kalksam, gara gitsem, desem ki iki kişilik bilet istiyorum şeye. Neye? Adı ne ulan bu gezegenin? Madem buldunuz, bir isim koyaydınız. Nasıl alacağım şimdi bileti? Her şey bu kadar mı üst üste gelir be? NASA'yı aramak lazım. Numarası var mı sende? Hayırlı olsun diyelim, gezegen bulmuşsunuz. Kusura bakmayın, yeni haberimiz oldu. Önceden bilseydik bir tatlı filan gönderirdik. Gerçi PTT oraya gidiyor mu bilmiyorum. Gitse de tatlı götürür mü, onu da bilmiyorum. Söyleyelim de bir isim koysunlar şu gezegene. Ben koyarım da kimse umursamaz. Ne koyardım ki bir düşünmek lazım şimdi. Zormuş meğer. Anladım şimdi neden hemen isim koymadıklarını. Özür dilerim, kabalık ettim. Daha önce hiçbir şey keşfetmemiştim. Yanı başındakini yıllarca göremeyen uzaktakini nasıl keşfetsin hem? Özür dilerim, insan kör oluyor bazen. Hani trende cam kenarına oturursun; izlersin dağları, taşları, ovaları, koyunları, bulutları... Sonra bir yerden geçersin. Upuzun bir boşluk gelir. Hiçbir şey yok. Tek bir ağaç bile yok. Diğer tarafa dönersin, bir bakarsın ki masmavi bir deniz, kuşlar, gemiler, el sallayan insanlar, İsmail abi… Sonra dersin, keşke öbür tarafta otursaymışım. Zaten hep yanlış koltuk tercih ederim. Yanlış insanları tercih ettiğim gibi... Hep ters yöne otururum, üstüne bir de güneş gelir gözüme. İşte bu yüzden kör olmuş olabilirim. Affet.