türk kahvesini sade içmeyi ve elinden gelse türk kahvesini hep içmeyi,
ama bi' o kadar da nescafeyi çok da sade içememeyi, en azından bir sütle ya da şekerle dengelemeyi,
ama nadiren de filtre kahveye anlık düşmelerini,
kızartmayı en çok yoğurtla ve soslu yemeyi,
makarnanın ne şekilde olursa olsun tek vazgeçemediğin yemeğinin olmasını,
bir çocuk gibi hala dalin'le kokmayı,
saçlarını genelde düz ama kıvırcık kullanmayı daha çok istemeyi,
acıyı çok sevip tatlıyı bi' o kadar çok aramamayı,
ama yanık kazandibiye de bi' ayrı düşmeyi
ya da koysalar önüne şekerpareyi, en az beş tane yemeyi,
cipste en çok doritos'un baharatlısını,
hiç su içmemişçesine deli gibi bi' o kadar daha su içmeyi,
yumuş yumuş olan hırkalar giymeyi,
seni saracak polarları,
çoğunlukla havuç pantolonları,
en çok o rengarenk çoraplarını,
bir anda deli gibi dans etmeyi,
sevdiğin şarkıları bağıra bağıra söylemeyi,
sevdiğin yerlerini bastıra bastıra söylemeyi,
bir şeyler okurken suratını hep ciddi ifadede tutmayı,
burçlara hep ilgi duymayı,
kendi kenarına çekilip meditasyonlar yapmayı,
oyunlara pek düşkün olmayıp 1-2 tanesinde o oyunun manyağı olmayı,
bir şeye gülerken ona koca kahkahanı sığdırmayı,
bir şeye gülerken gözünün içiyle de gülmeyi,
bi' şekilde yanındakiyle hep temas halinde olmayı,
ellerinin hep onu bulmasını istemeyi,
kocaman sarılmaları,
balkon oturmalarını,
heyecanlı heyecanlı bir anını anlatırken o anı tekrar yaşamayı,
dizlerine vurmayı,
içinde deli dolu birini barındırırken nostaljiye daha bi' düşmeyi,
saçlarınla oynanmasını, ensene dokunulduğunda mayışmayı,
ağlayacak gibi olduğunda o dudağının titremesine engel olamamayı,
bir şeyi yaparken biraz bile tereddüt etsen çocuk gibi dudağını bükmeyi,
bir şeyi yaparken çocuk gibi ama bi' o kadar işini bilir gibi yapmayı,
bir şeye bile içten o güzel bakışınla içli içli bakmayı,
açken çocuk gibi ağlamayı,
gece acıkmalarını,
geceleri öylece otururken onca düşüncenin içinde bile olsan kendini ondan çıkararak ertesi gün için nohut ıslamayı mesela,
sevincinde daha da çocuk gibi olmayı,
ağlarken bile o suratının küçücük olmasını,
utandığında elini kolunu nereye koyacağını bilememe halini,
tebessüm edersin önce,
cümleleri bir araya getiremezsin sonra,
devrik olur hep,
içine kaçarsın o an olabildiğince,
fıldır fıldır olur o gözlerin,
dudağın birleşir bütünüyle,
kitlenirsin ama bağırırsın içinden,
yaşadığın hem mutluluğu,
ama bi' o kadar da tatlı utangaçlığını,
utandığında o surat ifadendeki mahcupluğu her zerresiyle hissettirmeyi,
çok sıkıldığında şekilden şekle girmeyi,
ama bir şekilde sıkılırken bile kendini eğlendirmeyi,
sabahları bir anne gibi içten yanındakine kahvaltı hazırlamayı,
karşındaki açsa onu doyurmak için hep önüne yemekler sunmayı,
yine bir anne şefkatiyle yanındakinin üstünü iyice örttüğünden emin olmayı,
kontrol etmeyi,
bi' bu kadar daha konu ne olursa olsun hep daha da öğrenmeyi,
kendine yeni şeyler katmayı,
eksilmek, eksiltmek yerine daha da çok çoğaltmayı,
saygıyı hep eşit görmeyi,
küçük ya da büyük fark etmeyip ortada bir yanlış varsa eğer sana göre, karşısında durmayı,
hakkından gelmeyi,
küçücük bir ip bile alsan karşından onu dünyanın en büyük hediyesi yapmayı,
yanında biri olsun ya da olmasın en azından bir şeye sarılarak yatmayı,
bazen sırf o yatağa yerleşememenden geçirdiğin ufak çaplı sinir krizlerini ama onu bile yine de hemen neşeye dökmeyi,
birine günaydın olmayı, birinin sana günaydın olmasını,
o ilk gözünü açtığındaki sersemliğini, mahmurluğunu hemen bir tebessüme bırakmayı,
bazen bir anda durup durup bir o kadar içinden ama dışarıya da yansıttığın fıtı fıtı halinde dua okumayı,
şükretmeyi,
yetinmeyi ama elinden geleni de ne olursa olsun yapmayı,
banyonu yaptığında banyo öpücüğü almayı,
kendi kokunu deli gibi koklamayı,
neysen o olmayı,
gülerken güldürmeyi,
ağlarken yine de dik durabilmeyi,
renklerden beyazı, morun bazı tonunu,
hiç sıkılmadan defalarca hala Sherlock izlemeyi,
okumayı hep daha da çok ama en çok yazmayı,
yıldızları izlemeyi, birine tutunup sahiplenmeyi,
kar yağdığında çocuk sevinciyle kendini o beyazlığa kaptırmayı,
bütün hayvanları alırsın bağrına ama en çok kedileri,
bir ortama girdiğinde hiç yabancılık çekmeden ve çektirmeden iletişim kurmayı,
biri sadece küçük bir çiziğini dert etse onu bile saygıyla, onunla birlikte ele almayı,
bir ortamda ayna gördüysen bi' göz ucuyla bile olsa kendine bakmayı es geçmemeyi,
öylece dururken, düşünürken parmaklarının kenarlarıyla oynamayı,
bir şeye kızdığında karşındakine gerçekten mi bakışı atmayı,
çaresiz gibi hissettiğinde ellerinin hemen saçlarına gitmesini, onu geriye atışını,
bir o kadar sinirliyken, bir yanın da kıyamadığından o dudağının hemen yana kıvrılışını,
ama bi' o kadar da sinirliyken bazen bir bakışınla yettirdiğin o had bildirmeyi,
birine lafları bir bir yedirip diyecek bir şeyi kalmadığını gördüğünde o bakışlarında yaşadığın haklı gururu,
hem tebessümlü hem de insanın sinirine dokunduracağını bildiğin o dudak kıvırışını,
bir şeyi severken dişlerini kırarcasına sıkmayı,
birilerini alıp karşına saatlerce dinlemeyi,
konu ne olursa olsun uzayan giden muhabbetler etmeyi,
karşındakini her ne olursa olsun hep anlamayı,
bir hareketinden, bir bakışından o insanı anında çözmeyi,
sen zaten her şeyi bilip anlamışken yine de karşındakinin sana gelmesini beklemeyi,
bakışlarında hep aynı ifade,
"beni aldığın kadar varım karşında",
birileri seni dinlediğinde hep çok mutlu olmayı,
o minnetini hep diri tutmayı,
güldüğünde o gözlerini kısmayı,
sevdiğine zarar geldiğinde zarar verene ondan daha çok sinirlenmeyi,
öyle durup dururken yerde yuvarlanmayı bazen,
herkese büyümüş bir kadını gösterirken aslında o çocuğun da içinde bir yerde var olduğunu göstermeyi,
hep çok seversin.
ben de tüm bunlar olurken seni severim hiç sıkılmadan seni izlerim ömrüm boyunca, bilirim. bir seni böyle,
bir seni,
en çok.