Tarih, düşünen ve düşünülenden ibarettir. Düşündüğümüz ya da düşünüldüğümüz kadar varız. Daha çok da düşündüğümüz kadar… Düşünerek hem var oluruz hem de düşündüğümüz olguyu o saniyenin ölümsüzü ilan ederiz. Nasıl, neden, ne zaman gibi sorular beyin katmanlarımızı açmak ve ona biraz nefes aldırmak için bulunmaz egzersizlerdir. Ah şu anlam bulma merakımız! Bu meraka, gezegenimizin hatta belki de daha pek çok gezegenin en önemli varlık meselesi veya medeniyetlerin yapıtaşı diyebilir miyiz? Peki, insan nelerde anlam arar? Bana kalırsa insan, doğa bilimlerinde pek başarılıdır. Yapması gereken nettir çünkü. Gerçeğe ulaşmak ya da en azından bu yolda ilerlemek. Ancak bu her zaman bu kadar ilginç ve merak dolu ilerlemeyebilir. Özellikle tanımlamaya çalıştığımız şey ruhun ağrı kesicisi olan sanatsa! Sanatı tanımlamak kadar zor bir şey yoktur sanıyorum. Her ortama uyum sağlayan hatta o ortamın atmosferi olup ciğerlerimizde gezinen sanat, her zaman ilginç sorulara gebe olmuştur.
Sanat her zaman kendisini var etmeyi bilen ve insan elinin değdiği her şeyden pay kapan yaramaz bir canlıdır. Nefes alır, yaşlanır, yataklara düşer veya gençliğin kavak yellerini olanca gururuyla başının üstünde taşır. Ne kadar da insana benziyor değil mi? Benzemesi de tabiidir çünkü sanat insanın ta kendisidir. İnsanın her zerresine işlemiş, o olmuştur. Kolay değil, insanlığın varlığından beri koyun koyuna yaşıyorlar çünkü.
Sanat dendiğinde akla hemen gelen bir diğer soru ise sanatın ne için olduğudur. Sanat toplum için mi yoksa sanat için mi? Aslında sanatın ikisi için de önemli kalp atışları vardır. Yine de her şeyde olduğu gibi burada da fazlası zarar. Sadece toplumun sorunlarına kapılıp sanatı araç etmek ya da sadece fildişi kuleye çekilip kendi kendine çeyizler düzmek… Sanatı küstürecek şeyler bunlar. Bana kalırsa sanat onun kıymetini bilenler içindir. Sanatın kıymetini bilmek için fazla hassas ya da fazla zeki olmaya gerek yok. Sanat onu, ondaki naifliği ve kıymeti görebilen ortalama insanlara da kucak açıyor.
Peki, sanatçıların hamurunda insanlık varken mükemmel sanat nasıl olabilir? Tamamen şahsi olarak şunu sormak isterim. Neye göre mükemmel? Yani bu mükemmeliyetin kıstası nedir? Aslında bu soruyu sorarak Anselmus’un ontolojik Tanrı varlığı kanıtı felsefesine de girmiş oluyoruz. Anselmus’a göre Tanrı kesinlikle olmak zorundadır. Çünkü mükemmel olan bir şeyde var olmamak gibi bir kusursuzluk olamaz. O zaman mükemmel sanat da kesinlikle vardır. Mı?
Bu sorunun sorulduğu noktada Gaunilo devreye girecek. Mükemmel ada örneğiyle… Sırf hayal ettik diye hiçbir kusuru olmayan mükemmel bir adanın varlığı… Gaunilo, birinin bu kanıtı kullanarak sizi bu en mükemmel adanın gerçekten var olduğuna ikna etmeye çalışmasını, muhtemelen bir çeşit şaka olarak düşüneceğinizi belirtir. Bu noktada Gaunilo bana haklı geliyor. Çünkü sanatta da aynı şey vardır. Sırf hayal ettik diye mükemmel sanatı var edemeyiz. En basit sebebi de birbirinden çok farklı eleştirel kıstaslara sahip olmamız. Bana göre mükemmel olan bir sanat eseri size hiçbir şey ifade etmeyebilir. Bu noktada o sanatçıyı mükemmel olmamakla suçlayabilir miyiz?
Bana kalırsa sanatı tanımak istiyorsak temele inmek zorundayız. Çünkü bir ağacı sadece yaprağını inceleyerek tanıyamayız. Eğer o ağacı tanımak ve anlamlandırmak istiyorsak onu, ona atfettiklerimizden sıyırıp olanca çıplaklığıyla incelemeli belki de biraz ukalalaşmalıyız. Soru sormaktan veya düşünmekten korkmak en büyük hakaret olacaktır insanın beyin denen bu muhteşem oyuncağına. Sanatı tanıyın, üzerine düşünün, sanatı sevin ve mükemmel olmaktan korkmayın. Çünkü ancak bu şekilde ‘kendi’ mükemmelinize ulaşırsınız.