gün doğarken yankır dünyada
soluk mavi üstünde seken
bir turnanın kanat sesi
bir at nalı ayağına vururken
iki dönüm ötesi
çarşıda birkaç kitap dağıtsa
bu cumartesi
ya da göz önü hep yalan söylese
gülümseyerek merhabasını
kolay kolay esirgeyemediklerine
göremez ötesi günleri
kilitler ömrünü
teke düşüremez bütün olasılıkları
neye çare
söndürürken geçen günlerin acısını
yüreğinde
teslim boruları yankır
bu onun kendi sesi
bir tuhaf doğrusu bu cumartesi
bütün bir çocukluğu sırtlanmış gelirken
nenelerimizin üçkağıtçı hikayelerine
inanırmış gibi yaparken
öğlen şekerlemelerine
ve sabah kahvaltılarına
ve köylü dedikodularına
daha kendi yalanları üstüne
muhabbet edemezken
ben masallar üstünde yollar düşlerdim
hem benim hayal sevmem kime nesi
hem ben bilmezdim küçükken
ne kartopu ne patates boyası
ne de külkedisi
insanı iradesi karşısında küçülten
aslında bir gözyaşı damlası
o yanakları sildiresi
ellerimle ve gözlerimle
kim bilir neye inandırılır
daha taze hamilesi
masalara ben vurdum
lanetler okudum
beni sürüklemesine
mata kalmışken beş hamlesi
dizilen bütün taşları da ben bozdum
oh olsun cumartesine
ne hüznü kaldı sonbaharın
ne de hatırası
bahar yapraklarının
bir yaprağın peşine takıldım
ta sana kadar geldim
bilirsin bir garip olur
bu mevsimin üç günü beş günü
hele günlerden cumartesiyse
yedi melekli felaket hikayelerinde
öve öve bitiremedikleri
fetihlerinde
haçlıların kudüs’e seferi
veya hacıların amerikaya
göçmen sürüleri nevadaya
onlara ev olur yeni dünya
çöl dölleri olanlarsa bizler gibi
onlar sadece çöl dölleri