Sanki her şey adilmiş gibi hayat bizden de adil olmamızı ister. Yani yaşamadığımız bir şeyi yaşatmamızı ister. Ama bizim bahçelerde adelet suları hiç dökülmemiştir. Ve bu yüzdendir bahçemizin soluk olması.    


Çiçek açabilecekken kuru, kurak bir hal aldık. Çünkü kimse hakkımızı vermeyi akıl edemedi. Kimimiz hakkını kendi elleriyle aldı, alıp hakkı olmayana uzandı, kimi de hakkı olana el uzatmadı.


Evren sıfatı "büyük" olan bir kümedir. Elamanlarından insan olanı çıkarırsak "büyük" sıfatının yanına bir de "iyi" eklenir. Evrenin kanı iyiliktir ve insan bu evrendeki en büyük kan emicidir.


İyiye ve iyi olana garezi vardır. İyinin kendi düzenlerini bozduğunu iddia ederler. Sürekli dönüp duran bir düzeni var sanarlar ama savrulmaktan başka bir şey değildir bu.


Bu savruluşta iyinin de yeri yoktur zayıfın da. Bu yüzden bizler yavaşlayamayız. Çünkü biliriz ki yavaşlarsak bizi ezecek milyonlarca kan emici vardır.


Halbuki bir yavaşlasak bi kafamızı kaldırsak bir düşünsek anlarız içinde bulunduğumuzun yaşam tarzının savrulmaktan başka bir şey olmadığını.


Yaşamak ile nefes almak arasındaki farkı anladığınızda bu savruluşun bir sonu olur. Savruluş denen canavarın yanında bir de savuranı indirdik mi işte o zaman nefes almaktan yaşamaya terfi edip kafamızı kaldırırız. Kafamızı kaldırdığımızda ilk gördüğümüzde aynadaki suretimiz olur. O an anlarız ki savuran da savrulan da meğerse bizmişiz. Hayatta yolu çizen de biziz, yolu yürüyen de. Ne tanrının suçu var ne de kaderin.