Ağır bir ağrı gibi mevsim.
Sen ey karanlık!
Son yaprağı ölümse papatyanın
biraz sarısını konuşalım.
Sarısını ömrümüzün,
Hem de ta orta yerinden.
Rengini gökyüzünün griliğine,
Denizin kor mavisine yaklaştırıp
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur.*
Tıpkı yüreğimin zihnime kaptırdığı
pembe hisler gibi.
Gövdemden halince derimi atan,
Döşümü kanatan bir kalbim var.
Şimdi ise göğsümde bir güvercin telaşı.
Ve yıldızlara,
Ve çöle,
Ve yalnızlığa...
Kuş uçar; sen eline konmasını hatırla.
Acı bazı gözlerde nasır tutar.
Örtmek ister yüzü kimi zaman.
Üç kırmızı yıldız hüznüme ant olsun ki
Kalbinin sınırında, sesimin gölgesinde;
Boğazından kevser akan,
Gül kokan bir kalbin filizi olacağım.
Hatırlarım,
Eskiden öperdik birbirimizi.
Çıkar şimdi içimizdeki kederi,
Sarma sakın ha beni.
Ve seni pencerelerde tutan, hayattan olsun.
Bundan sonra ise,
Renkler kalsın, biz hiç kalmasak da.
*Sezai Karakoç’un Monna Rosa şiirinden alınmıştır.